DÜŞÜNCE VE
KOLAY EZBERCİLİKLER
İlhami Sertkaya
Bazı alışkanlıklar vardır, ezberlere dayandıkları için, ne derseniz deyin,
'bildiklerini dökerler'. Çünkü daha toyken, ona yön veren bir peşin
fikirler pozisyonları hazırmış zaten. Böyle insanlar, kendilerini hangi
siyasi, sosyal sıfatla adlandırsalar adlandırsınlar, durumları budur.
'Yeni'yi sevmezler, karşılaştıkları her 'yeni'ye 'baldıran zehiri' ya da
'aykır otu' sanırlar.
O yüzden ezberlerine dokunulan her 'yeni'yi, şiddetle kınayacak bir
'gizli statuko'nun kurbanları olduklarını anlamaktan zorluk çekerler.
Sonra yıllar geçecek 'karınca adımı' çok yavaş yenilenirler ki, bu da akıl
evriminin, insan ömrüyle kıyaslandığından, yazık ki 'döveni dövmüş' olmanın
pişmanlıklarını bile zaman kanatlarında eritmiş olacak.
Böyleleri, karşı çıktıklarını söyledikleri 'düşünce düşmanları'yla
garip bir paralellik arz ettiklerini bilmezler.
Ortaya atılan bir düşünceyi 'düşüneceklerine' işin kolayına kaçar, bildik
ve çok alışık olduğumuz tepkilerle 'işi kurtaracaklarını' sanırlar. Eğemem
söylemler ile 'resmileşmiş' kuramların arasında, bir 'kader
kurbanları' misali gider gelirler.
Bu da, bir çeşit doğmalar hastalığıdır. Siz bakmayın böylelerinin
ezberciliklerinde taşıdıkları söylemlere, aslında 'boş'turlar, bir iki
tartıştınız mı tıkanırlar. Çünkü bütün ezberlerin, ezberlendikleri kadar
sınırları var. Bilimin ve buna açık olanların sınırlarının olmadıklarını
bilmezler.
Bunu bu sitedeki 'MANZARALAR VE BİZ' isimli makaleme olan bir iki
'cevaptan' da görmek mümkün.
Düşüncemi bir konuda belirtim. Varsa birilerinin eleştirileri, karşı
düşüncesini belirtir okuruz, tartışırız, seviniriz yeni şeyler
öğreneceksek.
Ama öyle bilmezler maalesef... Biri 'ha hu' diye çaresiz gülerek
zavallılığını gösteriyor, bir diğeri düşünce falan belirtmeden 'Bizi bol
bol kınıyor'.
Ne yapmalıyım şimdi ben? Ortada olmayan bir düşünceye ne cevap vereceğim?
Eğer makalemin içeriği anlaşılmamışsa, buna karşı bir düşünceyle cevap
verilmemiş sadece 'gülmek ve kınamak' gibi kolayı tercih edilmişse, o
şekilde mi cevap vermeliyim? Yani ben de gülmeli ya da 'ben de seni
kınıyorum adam... çok mu derttir bana senin beni kınaman' deme kolaylığını
mı seçmeliyim?
Ama bu düşünce ve fikir üretenlerin işi değil.
Nazım Hikmet dedim, yaşadığı müddetçe bizim coğrafyada alt üst oluşlar
cereyan ediyordu. Latin Amerika'ları kaleme alan Nazım Hikmet demek
istedim, bu zulümü yaşayan coğrafyamız ve halkımız ile ilgili tek kelime
etmemiştir dedim. Bütün bunların kaynağı olan Kemalizmci dedim, öven
şiirler yazmıştır aksine dedim.
Şimdi beni işin kolayına kaçıp kurtulduğunu sanan bay, bu belirlemelerim
yanlışsa, ispatla de ki 'hayır, Nazım Hikmet, bizim halkımızın yasadışı
zulmü de kaleme almış'.
Yok... 'kınıyorum... '! olmaz böyle... Bunun böyle olmadığını bilmek, alışmak
lazım.
Ama iyi biliyorum ki, aynı kişiler Cigerxwin'i mesela okumamışlar bile. O,
bizim coğrafyamızda çıkan, ulusal ve evrensel içerikli, şiirleriyle bütün
ırkçı, inkârcı, ikiyüzlü siyaset cambazlarına vurgu yapmış bir değerdir.
Nazım ile o, o anlamda karşılaştırılmaz bile. Yazmayalım mı bunları?
Bozmayalım mı yanlış ezberleri? Bir kaç belirlemelerim de olmuştu o
makalede, 'Bizlere hakaret edenlerin bu hakaretinde, inkârcılarımızı
alkışlayanlarımızın da payları var' demiştim.
Yanlış mı? Görmüyor muyuz? 'Ucuz kınamalarla' göstermiyorlar mı 'bazı
kendini aydın 'sananlar bize?
Bizim coğrafyada kaç 'Karer' yıkıldı, sürüldü, yakıldı, insanlar
katledildi. Peki, Atilla İlhan tek bir kez olsun, 'acıdığını belirti mi?
'yapılmamalı' dedi mi? Neden biz bu kadar kendimize acımasız davranıyoruz
da, bizim acılarımızdan uzak duranları, hatta onaylayanları sevebiliyoruz?
O kadar 'faili mechul'lar oldu, tekini kınadı mı Atilla İlhan? Hangi
Aydınlar dilekçesinde imzası vardı? Hangi yıkımlarımızı, enkazlarımızı
kınadı bir 'aydın!' olarak?
Siz neyi kınıyorsunuz siz? Atila İlhan'ları anladım da siz nesiniz siz?
'Karer'i seviyor olabilir misiniz?
Varsa bir düşünceniz açarsınız, yoksa 'bizden uzak olsun' halkımıza ve
değerlerine asla tahammül etmeyenleri sevmeleriniz.
Geçiyorum...
Sayın Cafer Yurtsever'in değerlendirmesine değinmeliyim.
'Nazım Hikmet, mola, ağa, şeyh ve aşiretlere övgüler dizmedi
diye şair olamaz mı yani? Deniz Gezmişler onun şiirlerini yüksek sesle
okuyarak devrime kalkışmadılar mı? Biz “kısrak başı gibi” demedik mi hiç?
Doğuda batıda, güneyde ve kuzeyde olup bitenleri anında öğrenebilecek
iletişim ağlarının daha döşenmediği yıllarda yaşadı diye şair sayılamaz
mı?
Aşiret kavgalarından söz etmediği doğru, ama kendi özgürlüğünü ortaya
koyup sisteme kafa tuttu kendince. Sisteme kafa tuttu diye her adamı
adamdan saymak da tartışılır.'
Peki şimdi bu yazılanların, benim belirttiklerimle bir ilgisi, bağlantısı
ne kadar var acaba? Nazım Hikmet 'ağa, şeyh, aşirete övgüler dizmedi
diye şair değil midir dedim? Ne demek isteniliyor pek anlamadım. Peki, şu
'olup bitenleri anında öğrenebilecek iletişim ağlarının döşenmediği yıllarda
yaşadı' demekle, Nazım Hikmet'in Halkımızın kıyım seslerinin 'Sağır
Sultan'ların bile duyduğu, 'Kör'lerin bile yürekleriyle gördükleri
manzaralardan 'haberdar olmadığını mı?' Söylemek istiyorsunuz sayın Cafer?
Yani Nazım, Zilan katliamını, Dersim kırımını, kan akan Munzur'u,
'kıyametler' koparan gelinlerin, hançerlenmiş çocukların, halkımıza karşı
sefere çıkmış bir ordunun, günlük gazetelerin, Radyoların saat başı bu
vahşet manzaralarını analitiği durumlar ve o, Türkiye'dedir. Üstelik
siyasetçidir de…
Yapmayın...
Sonra 'hoş görüden toleranstan' bahsediyorsunuz. Bu insani bir duygu ama
siz, bu kavramları bolca kullanıp da, bizim her halk gibi sahip olduğumuz
değerlerimize karşı çıkan, inkâr eden, ya da inkâr edenlere insanlık aşkına
tek ses etmeyen 'aydın'ları! nereye koyacaksınız? Nazım Hikmet, en uzak
ülkelerde olan gelişmelerin şiirini görüyor, yazıyor, ama vatandaşı olduğu,
yaşadığı devletin soykırımlarına dokunmuyor.
Şimdi nereye koyacağız bu garip durumu? Neden bu vurdumduymazlığın
'imdadına' koşma işi bize düşsün?
Neden kendimizi sevmeyi beceremiyoruz? İllaki başka diyarlarda sevme
yolculuklarına çıkıyorsak neden İsmail Beşikçi’leri sevemiyoruz? Nedir
aydın olmanın, demokrat olmanın, tolerans ve insani olmanın kıstasları?
Sadece hapis yatmak, sürgün edilmiş olmak olabilir mi? Türk hilesinin it
dalaşlarında kimler hapis yatmadı ki... Şimdi bunlara da mı mesela 'aydın'
demeliyiz? Gerçi sayın Cafer 'sisteme kafa tuttu diye her adamı adamdan
saymak da tartışılır' diye belirtiyor ama, bu 'tartışılmayacak ' kadar
nettir.
Anadolu ve Mezopotamya halklarının başına bela olan, bu halklara ait bütün
kimlik, dil edebiyat, tarih ve kendilerine özgürce ifade etmenin hakkı olan
insanlık değerlerini yasaklayan, yok etmeyi 'marifet!' sayan ve tek dil,
kültür, kimlik, edebiyatı dayatan Kemalizm’e karşı çıkmayan bir kişi'nin
aydın, demokrat, hümanist olduğunu söyleyebilir misiniz?
Sorun nerden bakılırsa bakılsın, nerde dönüp dolaştırılırda dolaştırılsın
buraya gelir. Kimileri açık konuşma cesaretini göstermese de...
Biz, halkımızın bütün değerlerini inkâr edip, insanlık ayıbını alınlarında
taşıyanlar ve bu ayıbı sesli-sessiz destekleyenler kadar bari cesaretli
olmalıyız...
Suçluları ayağa kaldırmalıyız sevgili Cafer... Toleransın, demokrasinin,
özgürlüğün hukukun davacılarıyız.
Bunu her kes için istiyoruz sevgili Cafer... Kimse imtiyazlı değil bu
insanlık davasında. Hiç bir halk, hiç bir millet, hiç bir kimlik, bir
başkasından üstün değildir. Ben inkâr edilen, yasaklanmış, bütün halkların
değerlerinin, kimliklerinin, düşüncelerinin milliyetçisiyim. Sakın
bizim değerlerimize o yüzden tahammül etmeyenler ola ki bize' demokrasi,
hukuk dersleri' vermeye kalkmasınlar gülünç olur... Biz bu gülünçlerin
gizlendikleri maskeleri deşiyoruz sevgili Cafer. Açık ve nettiz. Ötesi var
mı?
İlhami Sertkaya
14-10-2005
|