imaj.ilhami.jpg

Aliskanliklarin Psikolojisi
Home
Düsünce ve Kolay Ezbercilikler
Aynayi Kendine Tutmak
Acayip Seyler
Aliskanliklarin Psikolojisi
Nuray Erenler ve Muratlarina Ermeyecekler
Linç Kültürü
Hiç Olmak
Manzaralar ve Biz
Karerce Bir Isik Yakmak
Bu Bir Borc Yazisidir
Su Insan Kizi de Garip
Karer Siteleri
Tarihin Tarihsizligi-2
Tarihin Tarihsizligi-1
Bulanik Sular ve incik Boncuk
Hallerimizden bazi haller
Durgun Gölleri Karistirmak
Tarih Masal Olsaydi
Kani Yado
Lozan Ve Oynanmis Kaderimiz
Ne gariptir bu Insanoglu
Onlarin Basbakani ve Bizim Amed
Ya Bu Deveyi Güdeceksin..
Eylül Kiran
Mercan Vadisi Denince
1.lüks siyaset
3.Dil yarasi
4.Digisen degistirecek
5.Kendini kemirmek
6.Cewlik bir siir
7.istanbul saldirilari
8.Ensenizi kabartmayin
9.Ömrüme mektuplar
10.Önce evinden
11.Evet pismanim
12.Köln yürüyüsü
13.Aldatilacakmiyiz
2.bin ladin
Ön söz
Anlasilmamak
Sözün bittigi yer
Pircan yaylasi
Cölasan'a mektuplar-1
Cölasana'a mektuplar-2
Cölasan'a mektuplar-3
Garip haller
Newroz adaleti
Tutsak sevgiler
Düsüncenin fay hatti
Durum ve durumlar
Türk devlet dalaveresi ve biz
Nefret
Bayrak ve tahammül
Cewlik bir siirdir simdi

ALIŞKANLIKLARIN PSİKOLOJİSİ

İlhami Sertkaya

Büyük İskender, Bitlis'i alınca, ustalara 'öyle bir kale yapın ki, ben bile giremeyeyim' demiş. Ustalar aylarca uğraşıp kaleyi yapmış ve Megalo İskender'e haber vermişler. İskender bakmaya gelir. Kapıya yanaşır açmalarını emreder. Ustalar açmazlar. İskender şaşar, 'Bu ne densizliktir, açın kapıyı' der. Ustalar;


-Siz demediniz mi öyle bir kale yapın ki ben bile girmeyeyim?


Tabi İskender'in söylemek istediği çok güçlü, savunmalı kale olmasıydı. Ustalara tekrar kapıyı açmaları için çağrı yaparken,  her halde 'geri zekâlılar, ben o anlamda mı dedim?' demiş olmalı.


Anlamalar, anlaşılmalar, anlaşılmamalar, yanlış anlamalar, eğri anlamalar... Siz neymişsiniz bu kadar karmakarışık?


Topu topu 'bir kutsal kitap'dır,  asırlardır okuyup, okuyup tam da kavrama uygun bir arapsaçı etrafında dönüp dolaşan 'öyle değil, bu anlamda, ondan değil şundan, yanlış anladın, böyle değil öyle' gibi erkek egemen saltanatçılarının kendi 'haremlik ve servet' çıkarları için kurdukları devlet ve güvendikleri şiddet ordularına dayanarak milyonlarca insan üzerinde daha egemenliklerini sürdürebilmelerinin 'tılsım'ının yönetip, yönlendirebildiği bir fanatik kültürün politika, sosyal, ekonomik, felsefik her alanda bizleri birbirimizle asırlardır uğraştırdıkları 'tanrı ve şeytanın birbirlerine göz kırparak gülümsedikleri gibi' Bir avuç saltanatçı bu hallere bakarak gülümseye dursunlar.


'Ak katırın yanında, ortamında yetişmişlerin, bu katırın ya huyundan ya suyundan aldıkları'nı biliyoruz.


Biliyoruz da ne oldu? Pratik davranışlarımızda, yaklaşımalrımızda, bakışlarımızda, duruşlarımızda bu 'katırın' bütün huylarından arındığımız söylenebilinir mi? Kendimizi kandırmadan,  ağzımızdan çıkan bütün sözlerin, insani kavramların 'erleri' olacak kadar gercekçi olduğumuzu söyleyebilir miyiz? Ruhumuzda ve bilincimizde, 'karşı çıktığımızı ve savunduğumuzu söylediğimiz insani değerlerin toplam ifadesi olan demokrasi, hukuk, hak, özgürlük erdemliliklerine ulaşmış, bütün çifte standartlılıkları,  iki yüzlülükleri, bir başkasının mutsuzluğu üzerinde kurulmuş mutlulukların kirliliklerini çıkarmış mıyız?


Düşünce özgürlüğü diyoruz, bu tahammüle sahip miyiz? Özgürlük, hak, hukuk diyoruz, bunu her kes için istiyor muyuz? İnsanı sevmek diyoruz, samimi miyiz? Halkların kardeşliği,  halkların kendi kaderlerini kendilerinin özgürce tayın etmeleri diyoruz buna samimi miyiz?


Ben samimi olunmadığını iddia ediyorum, keşke yanılsaydım. Bakın öz olarak tekrarlayayım bakışımı:


1-Kendim için ne istiyorsam her kes için onu istiyorum.


2-İnsana,  halklara ait bütün değerlerin amasız, fakatsız, 'lamsız cımsız' savunucusuyum.


3-Düşüncelerin kendisini özgürce ifade etmesinin savunucusuyum, ister yanlış, ister doğru.


4-Düşüncelerin kendisini özgürce ifade etmesine karşı olanların hiç bir haklı ve insani gerekçesi yoktur ve o yüzden böyleleri düşünceden korkarlar, sansür, yasak, zindan,  işkencelere sığınırlar.


5-Söz insanı güzelleştirir, sözü bitirenler korkak ve çirkindirler. O yüzden sözün bittiği yerde 'anti söz' problemi vardır.


Şimdi bu yukarıda kısaca sıraladıklarıma itiraz edip 'yanlış'lıklarına alternatif bir 'doğru' koyan var mı? Olsa sevinirim.


Peki, ama bunlar genel doğrulardır, bunları sınamanın da adı olan düşüncelerimizi belirtmeden nasıl bilebiliriz kimlerin 'Hanyayı-Konyayı' savunduklarını?


Her kes o yüzden önce kendisiyle hesaplaşmasını tamamlamalı. 'Katır' huyundan arınmanın, yeni bir insan tipi olmanın başka yolu yok.


Ne Karerli, ne de Kürd-Zaza olduğum için değil,  duru bir insan felsefesini, insanlığın kendisini savunduğum için bu bana göre erdemlilik olan duruşun, davranışın sahibiyim.


Mektup,  duygular,  misafirlik,  dostluk,  sohbet, sevmek ile düşünce birbirine karıştırılmamalı. Düşünce,  yanlışı ve doğrusuyla sahibine ait bir akıl muhasebesidir. Tartışmak, bu muhasebenin 'kabul gören' doğrularını bulmaktır. Tez,  antitez,  sentez formülü, insanlığın bizlere 'icat edip' sunduğu bir değerdir. Düşüncenin kaynaklandığı hazine objektiflik ve bilmeye, bilime ulaşmaktır. O yüzden düşünce asla küsmemesi için bir çocuğa şeker vermek değildir.

'Katır'ın huyundan ve suyundan alınmış bütün kirli, tekçi gelenekleri, davranışları üzerinde atamayanlar, düşünce ve özgürlüğü bilinçlice, detaylıca anlayabildiklerini sanmıyorum. Herkesi memnun edecek, beğenisini alacak bir düşünce ya da yazının geçtiği bir 'kitap-kalem' yoktur olmayacak da… O halde kimse düşünce, tartışma diye böyle bir şey beklememeli.


Katılırız katılmayız… Önemli olan neden katılıp neden katılmadığımızı yine düşüncemizle belirtiriz.  Düşüncesinden korkanların, ya sansür, olmazsa, birçok gerekçeler bulup meydanda çıktıklarına çok şahit olmuşuz. Ya da 'Ben' diye başlayıp kendi egolarını 'tatmin etme' gereği duyarlar, 'ben' üzerinde edebiyat yaparlar.


Hiç Büyük İskender ve kale ustaları olmak istemedim. Karton kahramanlıklara gerek duymazlar düşünce üretenler.


Genel geçer söylemlerden somut düşünce sınavlarına gelemeyenlerin davranışlarını biliyoruz. O Laz fıkrasındaki gibi 'İstanbul’a gelememelerinin' altında işte bu 'katır huyundan arınmamış' mantalitesi vardır. Türkiye'de bu eğemen, tek yanlı söylemler ve davranışlarından kendisini arındırmamış birisinin, ne kendi gerçeğine,  ne de insanlaşmayı başarmaya eriştiği söylenemez. İşte o yüzden aslında her kes önce kendisiyle hesaplaşmasını yapmalı demek istiyorum. 'Aynayı kendine tutma'nın dili, anlamı budur.


Şimdi, kendilerine 'aydın, ilerici, demokrat, evrensel, insanı-halkları, barışı, özgürlükleri, hakkı hukuku seviyoruz savunuyoruz' diyenlere kısa bir örnek ve soru sunayım;


Filistinliler, Çeçenler, iki yüz bin nüfuslu Kıbrıs Türkleri için kaderlerini özgürce savunmanın kendisi olan devlet kurma hakkını savunuyorsunuz iyi… Peki yirmi milyon ve 'kardeş' dediğiniz Kürt halkı için de aynısını savunuyor musunuz?


Çok mu zor bu sorunun cevabı sayın 'demokratlar, aydınlar, evrenselciler, hümanistler... 'Yoksa siz kendinizi 'kaderlerin tayın memuru mu' sanıyorsunuz düşünce, demokrasi,  hukuk,  hak aşkına?


O yüzden genel geçer söylemlere sığınmak, açık olamamak, 'Katır'ın huyundan arınmamaktır. Ve şimdi size aşağıya bir alıntı aktaracağım, eğer sahibinin ismini söylemezsem ve sizlere sorsam eminim ki ya bilmeyeceksiniz ya da 'herkes' de olabilir dersiniz. Çünkü bu alıntıyı Mhp’den İp’e, diyanetten, sağcına kadar her kes 'evet' der;


Murtaza’nın siyasal görüşü demokratik bir Türkiye’lilik temelinde Türkiye’deki tüm ırkların birliğinden,  dayanışmasından,  kardeşliğinden yana tavrı olan demokrat olma önündedir.  Milliyetçi değildir.  Türk aydınlarını da,  Kürt aydınlarını da,  Kürt halkını da,  Türk halkını da sever' Yani 'sever'.


Bu alıntıya dediğim gibi, sağı da, solu da,  'ortacısı da kenarcısı da' 'hayır diyemez.


Peki, sorun ne o halde? Sorun net olamamak,  gelenekçi eğemen söylemde çakılıp kalmak. Sorun başka diyarlarda 'hak hukuk' isteyenlerin resmi ideolojinin kurbanları olarak Kürtlere bunu açıkça istememek.


Şimdi sorabilirim: Bu mantıkla mı bana düşünce özgürlüğünden, demokrasiden evrensellikten bahsediyorsunuz?


'Kendisi için insan ne istiyorsa her kes için onu istemeli' değil mi?

Ben buyum,  başkasını bilemem. Konuları saptırmanın psikolojisini de bildiğimi sanıyorum. ALIŞKANLIKLARIN KENDİ PSİKOLOJİLERİ VARDIR. Eğer bu psikoloji şu karton kahramanlık derekesine indirgenmişse... Bakın ne buyuruyor:


'Birileri gibi işkencelerden korkarak,  kendisinden dolayı başkalarının işkence çekmelerine,  ölümlerine izin vermedi.  Kendinden kaynaklı işkence çeken Karerlileri bir yerlerden saklanıp gözlemlemedi.  Köy meydanlarında kendisinden dolayı toplatılıp yediden yetmişe işkence yapılan köylüleri yüzüstü bırakıp kaçmadı,  en çok,  bu onurlu yanımı seviyorum.'


O 'birileri' sizlere dayak atan askerlerden yakaladığını yanınıza getirmeliydi. Askerin yalvarışını size göstermeliydi. Bunlar karton kahramanlık yapanların rüyalarında bile göremedikleri şeylerdir. O 'birileri' bir keresinde olduğu bir köy evinde meydanda 'mamboluk yapan' Türk askerlerine çıkıp 'esir almayı' nutuklar çekip 'balonlarını halkın içinde söndürmeyi', kaldığı ev sahibinin ricası üzerine durmamalıydı, alıp askerleri sizin el pençe duran manzarasına getirmeliydi.


Gerek yok hiç aklınıza bile gelemeyecek konuları ucuz anlatmaya.


Ve o 'birleri'nin nezdinde sizlere işkence edenlerin (…) foyaları çoktan bitmiştir de bilmiyorsunuz.


Aman aman...  Kurcalamayın aklınız çok karışacak,  benden söylemesi.


Düşünceler tartışıyorduk 'yanılmıyorsam!' değil mi?


Varsa düşünceleriniz belirtirsiniz yoksa site okuyucularını 'ego'nuzu Tatmin etmek hakkınız da var, ama beni pek ilgilendirmiyor. 


Kuru iltifatlar da düşünce ve tartışmalarla karıştırılmamalı, Eğer toplumsal ve sosyal sorunlar ile ilgili düşünce diye kuru iltifatlar çözüm olsaydı, sanırım ben de bolca kuru iltifatlar yapabilirdim. 'hayın ile sayın' ikileminde dönüp duranlar, elbette hep kendilerine 'iltifat' beklerler ama bu düşünce ya da tartışma değildir. Ahlak ve terbiyenin sınır ve karakterlerini bilmeyenlerin, bolca bu kavramları, üretilen, ileri sürülen düşünceler karşısında,  veremedikleri cevapların anlamsız ezikliğinin farkına varmadan bir dışa vurum olarak kullanma kolaycılığına sarılıyorlar. İnkârcı, dalavereci (…) resmi ideolojinin çizip dayattığı çerçevede kalındıktan sonra herkese soruyorum; bu durumda kim olursa olsun, kendine ne sıfat takarsa taksın, demokrat, aydın, ilerici, evrensel olabilir mi?

Doğu Perinceklerin kongrelerinde Atatürk, Lenin, Mao ve Rauf Denktaş'ın resimleri asılıydı.

Adı KP, SP, İP ne bileyim,  programında 'halkların kardeşliği, emek, barış, ulusların kaderlerini tayın hakkı vb, var.

Bu bir Türk hilesi değil mi?

Dünyada bütün ırkçılar aynıdır ama Türk ırkçılarının dünyada eşi olmayan bir özeliği var. Hiç bir ırkçı devlet, asıp kestiği, kıyıma uğrattığı halkın adını inkar etmedi. Hitler Yahudileri kırınca, kırlığı halkın adını koydu. Fransa, İngiltere kısaca hiç bir ırkçı işgal ilhak ettikleri halkların, ülkelerin adlarını inkar etmedi. 'Bu ülke bizim sömürgemiz, kolonimizdir' dediler.

Türk ırkçıları ise, işgal ederler 'kurtardık' diye okurlar. Jenosid uygularlar 'meşru müdafaa yaptık' diye okurlar. İlhak, talan ederler bir halkı, 'Biz yapmadık böyle bir halk yoktur' derler.

Bir genetik faciadır Türk ırkçılığı. 'Güçlünün' karşısında olmadık kepazeliklere girerler, 'gücü yetenlere' de 'kahramanlık edebiyatı' yaparlar. Emperyalizmin kucağından çıkmazlar, başkalarını da 'emperyalizm işbirlikçisi' diye 'suçlayarak' ancak 'aptal' kandırabilirler. 'Siyonizm' derler ama 'Siyonizmsiz yapamazlar. Amerika Afganistan’a da müdahale etmişti. Bir parça 'pasta' bulurlar diye 'Hikmetyar'a paralar yağdırdılar. Fiyasko ile bitti her şey. Ama aynı Amerika Irak'a müdahale edince bu kadar 'kıymet' koparmadılar 'sağcısı, solcusu, sosyalisti, dincisi, çevre korumacısı' vasıtasıyla.

Neden?

Çünkü Afganistan’ın Kürdistan'ı yoktu da ondan. Irak'ın Kürdistan'ı var da ondan.

'Yurtta sulh cihanda sulh' diyen Türk ırkçıları 'Cihanın neresinde bir Kürt devleti oluşumu olursa,  savaş sebebimizdir' diyebiliyor,  gözlerimizin içine baka baka. . . Biz Kürtlerden bazı 'müzelik'lerde daha bu 'katır'dan almış oldukları alıştırılmışlıkların çerçevesinde,  'efendim 18. yüzyıl milliyetçilik falan... aslında ama fakat nasıl desek ne etsek halkların kardeşliği, toplumsal sosyal falan. . . derken sıfır elde sıfır teorilerle sadece kendilerini aldatıyorlar. 'katır sahibi' işte bu alıştırdıkları zavallıların sayesinde 'Üsküdar’ı hep geçerdi'.

Kendi bayrağına hep başkalarında 'saygılı olmasını beklersin' ama Habur'dan başlayıp dalgalanan Kürt bayrağına da saygısızlık yapıyor, yırtınıyor, uluslararası beyhude girişimlerde bulunuyor 'indirilmesini ' istiyorsun.

İşte bu 'katır' huylarını almış, bu huylara alıştırılmışlar, 'katır sahibi'nin yaptıkları zulümleri, iki yüzlülükleri, iğrençlikleri  'görmezler!' sadece 'katırcı'nın kendisine de işkence yaptığını bir 'eziklik ve haklılık' hüviyeti gibi ara da bir gerektiğinde hatırlatmakla yetinirler. 'Katır'ın bütün zalimliklerine direnen insanları da,  'suçlayacak' kadar edepsiz olabiliyorlar. Sonra da, direnen insanlardan 'saygı bekliyorlar'.

Fazla olmuyor mu?

Osmanlı saraylarında, ya da şımarık bir Türk memurunun dairesinde mi sanıyorsunuz kendinizi?

Halkımıza karşı tek yanlı başlatılan acımasız savaş ortamında, bu kadar 'bire bin' dengesizliklerdeki savaşı 'çocuk oyuncağı mı anıyordunuz? 'Savaş' nedir biliyor musunuz 'hayatın içinde biri' olarak? Savaş, 'bostan korkuluğu gibi ortadan dikilmek midir? Bütün acımasız taktiklerin uygulandığı planları bilmiyorsanız hiç olmazsa, çeşitli bahaneler ve gerekçelerle 'katırın' psikolojik propagandası etkisinden kalmayın. Kendisine 'aydınım, enternasyonalistim, faşizme karşıyım ne bilim işte bir çok şey' sanan birinden bu sitede bunu okuyoruz:

'Birileri gibi işkencelerden korkarak,  kendisinden dolayı başkalarının işkence çekmelerine,  ölümlerine izin vermedi, Kendinden kaynaklı işkence çeken Karerlileri bir yerlerden saklanıp gözlemlemedi'

Bunu bir gerici,  bir feodal,  bir 'at hırsızı', bir 'faşist' demiyor dikkatinizi çekerim. Bütün 'kaçmaları, saklanmaları, gizlenmeleriyle üstelik cellâdına tek kurşun bile atmayan Nazım'ı savunan bir 'devrimci!' diyor.

Ağzınızda daha esas baklayı çıkaracaktım ki, anladınız,  'kibarlık' numaralarıyla 'meydandan kaçıyorsunuz' bilmez miyiz?

(…) Biz ne 'karton kahramanlar' ve bunların alıştırdıkları 'kartoncuk kahramanlar' gördük?

Açarız dosyaları kaçmayanlara...

'Sağcı olabiliriz,  solcu,  komünist olabiliriz,  ama millet ve devlet sorunu olunca hepimiz birleşmeliyiz' diyordu Uğur Mumcu.  Bunun tercümesinde,  resmi ırkçı Türk afatasçılığının',  koşullara uygun!' formülü var. Formül şudur:


Ne olursanız olun, kime neye 'yaşasın-kahrolsun' diyorsanız deyin. İste emekten, yoksulluktan, Filistin kurtuluş mücadelesini desteklemekten, Che Guvera'yı savunmaktan bahsedin, ama Kemalizmin'in koyduğu kurallara dokunmayın.

Kemalizm Kürt halkının bütün değerlerini mi inkar ediyor ve yasaklamış, siz de onu kabul edin. Yani biz Kürtler, bütün değerlerimizle,  bizi inkar eden, yasaklayan Kemalizm’i savunun buyuruyor.

Peki aynı facia durumunu,  bu zihniyetin sahiplerine soralım: Bir devlet Türkleri egemenliği altına alsın, bütün değerlerini yasaklasın... Size de bu kuralları kabul edin, etmezseniz 'asayişi bozacaksınız,  teröristiniz' desin, kabul eder misiniz?


Tabi ki 'hayır, böyle şey olmaz, insanlık hak hukuk değildir bu, kabul edemeyiz' derler şüphesiz. İşte 'dalavereci dananın kuyruğu' burada kopuyor.


Peki, kendin için istediğin hakkı, hukuku neden başkası için istemiyorsun? Ya da kendin için istemediklerini neden başkası için istiyorsun?

Bu 'katır ikliminin solu, sağcı,  sosyalisti, dincisi,  imansızı, çevrecisi, aydını, demokratı' o yüzden ikiyüzlü ve hileci'dirler.

Başka diyarlardan 'Türklerin haklarından hukukundan' bahsederler ama kendi evletlerinin çakımızda eşi görülmeyen bir inkar ve yasaklarla, 'kardeşiz' dedikleri yirmi milyon Kürt halkının kimlikleriyle  kendilerini ifade etmelerini, , ana dilleriyle eğitimlerini yapmalarına bile tahammül etmeyen bir insanlık ayıbını boyunlarından taşırlar.


()Tansu Çiller,  'Keşke Türk devletinin Kürtlere verdiklerinin binde birini Yunan devleti Yunanistan’daki Türklere verseydi' diyecek kadar aptalları kandırmak pahasına, dünya alemi güldürmekten utanmıyordu.


Türk ırkçıları gerçekten utanma duygularından mahrumdurlar. Yunanistan'daki
Türklerin bütün yaşamlarını bizzat içlerinde yaşayarak bilen biriyim. Kimlikleri serbest, dilleriyle eğitimleri serbest, kimlikleriyle hayatın her alanında olduğu gibi, politik alanından da, kendilerini özgürce ifade edip temsilcilerini özgürce çıkarabiliyorlar. Ayrıca, farklı dinden oldukları için, kendi dinlerini, inançlarını da, özgürce yapıyorlar. Yerleşim birimlerinde kendilerine ait hiç bir değerleri yasak değiller. Kaldı ki onlar orada toplam Diyarbakır nüfusu kadardırlar.


Şimdi söyleyin; 20 milyon kürdün haklardan hangileri var? Kaldı ki Kürtler kendi coğrafyalarının kadim yerli halkı olmalarına rağmen. Üstelik bütün coğrafya isimleri bile yasak edilmiş.


Türk ırkçı hilesinin iklimindeki 'sıfatlara' kısa göz atalım:


Çevreciler: Yakalarında bir çiçek resmi takarak 'doğayı koruduklarını' belirtir,  resmi kurumları var. Bizim coğrafyada devlet o kadar orman yaktı, köy yıktı, tarla, bağ,  bahçe harap etti. Bir kez olsun bir laf ettiler mi?


İnsan hakları savunucuları: Devlet o kadar sivil savunmasız insan katletti. O kadar insan 'failli mechul'larla yok etti. O kadar toplu mezarlar ortaya çıktı. Bir kez olsun tek laf ettiler mi?


Diyanet: Sanki Türk devleti inkar etsin,  yasaklasın diye 'tanrının Kürtlere verdikleri dil, kültür,  kimlik, edebiyatın devlet tarafında yasak ve inkar edilmesine rağmen,  o kadar masum Kürt insanı katledilmesine rağmen,  kendi anadilleriyle tanrıya bile dua edilmeleri yasaklanmasına ragmen bu zalimlikleri bir kez olsun kınadı mı? bunu bırakın siz, her zaman medyada 'bismillahirahmanirahim' diye başlayan söz ile Türk devletini desteklemesini 'Müslümanlardan istiyor' ırkçı Türk resmi ideolojiyi övüyor, tabi inandığını söylediği tanrıyı aldattığını sanarak'. Üstelik Kürt halkının da Müslüman olmasına rağmen.

Sosyal demokratlar: Enternasyonal' kongrelere katılan üye olarak, dünya barışından, ulusların hak ve hukuklarından 'dem' vurmalarına rağmen, 'şiddet'in her türlüsüne karşı olduklarını bağırmalarına rağmen, düşünce özgürlüklerinden tutun, dillerin,  kültürlerin özgür gelişmelerinden bahsetmelerine rağmen, fikir hürriyetlerinden bahsetmelerine rağmen, Türk devletinin bu vahşet politikalarına karşı bir gün tek kelime ettiler mi?Hayır, aksine desteklediler.


Sosyalistler: 'Ulusların kendi kaderlerini özgürce tayın etmeleri programlarından yazılı durmalarına rağmen, Kürt halkının kendi kaderini özgürce tayın etmelerini açıkça savundular mı? Yoksa her sefer, cumhuriyetten beri özgürlük mücadelesine kalkıştığında Kürt halkını' Emperyalizm kışkırtıyor, Kürt - Türk kardeşiz, ayrım gayrım yok' hileleriyle devletlerinin imdatlarına mı koştular? Bir yanda 'Milliyetçi değiliz enternasyonalistiz' derler geniş zamanda, diğer taraftan da, Çin’deki, Irak'taki her hangi bir uzaktaki 'türkün savunuculuğuna' soyunuyorlar. Barzani ve Talabani'ye 'aşiret reisleri,  feodaller' derken Halepce katliamını destekleyen 'Arafat'a da alkış çalarlar.


Bilinir ki bugün ' Feodal aşiret reisleri' dedikleri ırak Kürdistan yönetiminde Türkmenler dahil,  bütün azınlıkların din, dil, kültür, edebiyat,  her alanda özgürce temsil ediyorlar kendilerini. Beğenmedikleri bu 'aşiret reisleri’nin yönetimi,  Ortadoğu’da benzeri olmayan demokratik yönetimidir.


Şimdi soruyorum: Barzani-Talabani Kürt yönetimi,  hangi halkı inkar ediyor, hangi etnik kesimin haklarını yasaklamış, Kimin ülkesini ilhak etmiş, hangi milletin kimliğini yasaklamış? 'Saddam'ı 'antiemperyalizm' numaralarıyla destekleyenler, 'Kerkük’teki Türklerin haklarından' bahsedenler, Saddam’ın Kerkük Türklerine yaptıkları zulüm zamanında suskundular ama...  Demek ki bunlar Türk ırkçı hilesinin Kürtlerin özgür olmalarına karşı olan Türk ırkçı hileleridirler.


Mazlum Kürt halkın özgür olmasına tahammül etmeyenler, bizlere 'Dünya halklarının kardeşliğinden bahsediyorlar!'


Mazlum bir halkın yöneticileri olan Barzani,  Talabani,  Rauf Denktaş yaratmasından, Afgan emrinden, sizinde 'emperyalist' dediklerinizle içli dışlı olan Filistin yönetiminden, Çeçen dinci liderliğinden, Saddamcı Zarkavi şeriatçısından daha mı kötü sayın bunları desteklediklerini söyleyen sosyalistler, aydınlar demokratlar...!


Bunlar ırkçı Türk hileleridirler.


Atatürk,  Çanakkale’de,  Ankara’da değil de bizim coğrafyada (Erzurum ve Sivas) kongrelerini yapmış.  O zaman, bu coğrafyanın sorunlarına karşı hep 'sıcak, tahammüllü,  sevgi' sözleri etmekle birlikte, 'ileri gelen' insanlarından da hep 'yalvarırcasına' destek istemiş. 'Bu vatan Kürtlerin ve Türklerindir, hukuk egemenlik,  özgürlük Kürtlerin ve Türklerin hakkıdır' v.b söylemler ettiği gibi, 'Kürdistan'dan da bolca bahsetmiş. 'Diyab Ağa'lara, Cemile Çeto'lara övücü sözler söylemiş. Mecliste Kürtlerin temsilcilerine de hep söz hakkı vermiş. Çanakkale ve Egelerde Kürtleri,  bu söz ve vaatlerle savaştırmış. İktidarını adım adım sağlamlaştırınca, 'Topal Osman’larını devreye sokmuş, bir yığın çete'cilerle,  Kürtleri tasfiyeye başlamış. Burada Türk ırkçısına ait trajik-komik bir dalavereye, nankörlüğe, şahit oluyor tarih. Diyab Ağa'nın başına örülen çoraba rağmen 'Atatürk'ün bunu yapmayacağına' bir türlü daha inanamıyor. Sonra Atatürk'e söylüyor bu hakkındaki 'fermanı'. Atatürk'ün ona verdiği cevap, Türk ırksının kimliğini göstermesi ve bizlere ders olması açısından anlamlıdır. Kendisiyle 'dost' olan Atatürk'ün,  Diyab Ağa'ya verdiği cevap şudur;

-Evet... Kendi halkını satan bizi de satar...

Çemile Çeto ise,  ancak yine idam edildiği zaman Türk ırkçılarının ruh halini anlamış, şöyle demiş;

-Mın re mebêjın Cemilê Çeto, mın re bıbêjın jı kerê ra keto (Bana cemilê Çeto demeyin eşşekten olmuş deyin).

Bütün bu aldatmacalarla Kürtleri aldatan Türk ırkçılarının Lozan'daki aldatmacalı 'uçan söz'leriyle, böyle bir Kürt trajedik dönemi 'resmilieşiyor'du. Bu  'sözde' kelimesi,  Lozan masasındaki dalavereyle Türk ırkçılarının gülünesi literatürüne girdi. Orada, Türkiye
Cumhuriyeti iki milletin,  Kürt ve Türk milletinin temsil bulduğu cumhuriyettir' derken, diğer yandan da antlaşmaya bunu koymamak için olmadık tavizler veriyordu diğer devletlere. Ve sanki diğer devletlerin de çok umurlarındaydı, Kürtlerin antlaşma metininden olmamaları...

Başından beri, İngiliz,  Fransız v.d ile içe danışıklılıklar içinde olan hareket, yine Lozan'da aynı danışıklı imzayla sonuçlanıyordu. Adı da 'Milli mücadele, antiemperyalist mücadele!' oluyordu. Anadolu'da bütün başka dillerin, kültürlerin,  kimliklerin, edebiyatların inkâr ve yasak edilmesinin, Kürt halkına başlanan katliamlarının,  vahşetin, işgalin, ilhakın adı yani...

Tarihin burada 'feci' çarpıtıldığına insanlık şahit olmaktadır. Bütün kandırmaca sözlerle Kürtlere karşı inkar ve yok etme projelerini başlatan Türk ırkçıları ve resmileşmiş ideolojisi olan Kemalizm’in devleti, direnişten başka kendilerine bir yol kalmamış Kürt halkının özgürlük mücadelelerinde, hep emperyalist devletlerin destekleriyle bu hareketleri acımasızca bastırırken, Kürtleri de 'emperyalizmin işbirlikçileri' ya da 'emperyalizmin kışkırtması' diye utanmadan lanse ederler.

İşte bu ırkçı ikiyüzlü Türk hilesinin paslanmış şarkılarını, 'solu, sağı, sosyalisti, dincisi, aydını, demokratı!' hep söyledi, söylüyor. Kendi iki yüzlülüklerine,  yalanlarına,  çifte standartlıklarına alıştırdığı ana söylemin makamı böyledir.

'Hayali Kürdistan burada gömülüdür' diye yazanları, tarih sanki onlar öyle yazdı diye 'hatırlarını kırmayacaktı' öyle mi?

Lozan'da ve bütün bu dalavereleri yaptınız da ne kazandınız?

'Dar' zamanlardaki söylemlerle daha Kürtleri aldatacaklarını mı sanıyorsunuz?

'Çanakkale’de Ege'de Kürt-Türk birlikte savaştık' deniliyor. Evet, arkasını da getirseniz ya böyle aldatıcı tuzak cümlelerin!

Kürtler açısında savaşıldı da ne oldu? Siz onların bütün değerlerini inkâr ve yasak edesiniz diye mi Kürtler sizinle birlikte savaştı?

Bugün daha bizlere 'akıl!' vermeye kalkan çeşitli boydan 'sosyalist, dinci, demokratlar, aydınlar!' bu kanlı, kirli tarihin sahipleri olan Türk resmi ideolojisine toz kondurtmuyorlar.

Bize 'Milliyetçilik!' üzerine ders vermeye kalkan bu 'enternasyonalistler', dünyada eşi benzeri olmayan Türk ırkçı egemen söylemine ses etmiyorlar.

Adı 'Kürdistan' olan bir uçağın, Türkiye'ye yolcu getirip, götürmemesi, iniş yapmaması için başta Perinçek ve diğerleri kampanyalar açıp 'şaha!' kalkıyorlardı. Adı 'Kürdistan' olan bir hayvanının bu isminden dolayı devlet bakanı yine 'şaha' kalkıyordu. Ülkeyi yakıp yıkan, o kadar insan kıyımını yaptıran Kenan Evren işte Marmaris'te 'demokrasi kadın çocuk' resimleri çiziyor. İnsanları toplu mezarlara gömenler, sivil insanları acımasızca katledenler, 'Mehmed Ağar'lar, Korkut Eken'ler' işte ortada ve 'siyaset efendiliğini!' oynuyorlar, mehter takımlarıyla karşılanıyorlar...

Kimse kendisini kandırmasın,  her şey ortada. . Türk ırkçılığının ‘uygarlık!' dersleriyle alıştırdıkları siyasi psikoloji ve söylem ortada. Hedef şaşırtıp 'incik boncuk' kimse bizlere dağıtmasın.

Nüfusu elli bin olan halkın bile devleti var. 350.000 nüfusu olan Luksemburg’un devleti var. B. M üyesi yaklaşık 204 devlet var. Dünya aleme 'adet' olanın,  on milyonlarca nüfusu olan Kürtlere neden 'tomet' olsun?

'Vatan millet Sakarya' filmleriyle bir halkın en doğal hakkı olan özgürlüğüne karşı çıkmanın, statüsüzlüğü dayatmasına adı ne zamandan beri 'hak hukuk adalet kardeşlik!' oldu?

İşte dünyada eşi görülmeyen Türk ırkçılığının resmi ideolojisi budur.

Geçenlerde Amerika'ya resmi bir ziyaret yapan Barzani'ye 'sayın başkan' diye hitap edildiği için, 'rahatsız!' olan görmemiş, terbiyeden yoksun Türk ırkçıları,  utanmadan bizlere 'terbiye' dersi vermeye kalkışırlar.

Türk ırkçılığı bir toplumsal hastalıktır. Bu hastalıklı toplumda etkilenenler,  akıldan kirlenmişler. İnsanlaşmanın yolu, bütün hileleriyle, çifte standartlarıyla, yalan ve dalavereleriyle bu 'genetik vaka'dan kurtulmak, ona karşı duru olmaktan, tavır almaktan geçer. Bunu beceremeyenlerin insanlaştığına inanmıyorum.

Tersini söyleyebilen var mı?

İlhami sertkaya
1-11-2005