ALIŞKANLIKLARIN
PSİKOLOJİSİ
İlhami
Sertkaya
Büyük İskender, Bitlis'i alınca, ustalara 'öyle bir kale yapın ki, ben bile
giremeyeyim' demiş. Ustalar aylarca uğraşıp kaleyi yapmış ve Megalo
İskender'e haber vermişler. İskender bakmaya gelir. Kapıya yanaşır açmalarını
emreder. Ustalar açmazlar. İskender şaşar, 'Bu ne densizliktir, açın kapıyı'
der. Ustalar;
-Siz demediniz mi öyle bir kale yapın ki ben bile girmeyeyim?
Tabi İskender'in söylemek istediği çok güçlü, savunmalı kale olmasıydı.
Ustalara tekrar kapıyı açmaları için çağrı yaparken, her halde 'geri
zekâlılar, ben o anlamda mı dedim?' demiş olmalı.
Anlamalar, anlaşılmalar, anlaşılmamalar, yanlış anlamalar, eğri anlamalar...
Siz neymişsiniz bu kadar karmakarışık?
Topu topu 'bir kutsal kitap'dır, asırlardır okuyup, okuyup tam da
kavrama uygun bir arapsaçı etrafında dönüp dolaşan 'öyle değil, bu anlamda,
ondan değil şundan, yanlış anladın, böyle değil öyle' gibi erkek egemen
saltanatçılarının kendi 'haremlik ve servet' çıkarları için kurdukları devlet
ve güvendikleri şiddet ordularına dayanarak milyonlarca insan üzerinde daha
egemenliklerini sürdürebilmelerinin 'tılsım'ının yönetip, yönlendirebildiği
bir fanatik kültürün politika, sosyal, ekonomik, felsefik her alanda bizleri
birbirimizle asırlardır uğraştırdıkları 'tanrı ve şeytanın birbirlerine
göz
kırparak gülümsedikleri gibi' Bir avuç saltanatçı bu hallere bakarak
gülümseye dursunlar.
'Ak katırın yanında, ortamında yetişmişlerin, bu katırın ya huyundan ya
suyundan aldıkları'nı biliyoruz.
Biliyoruz da ne oldu? Pratik davranışlarımızda, yaklaşımalrımızda,
bakışlarımızda, duruşlarımızda bu 'katırın' bütün huylarından arındığımız
söylenebilinir mi? Kendimizi kandırmadan, ağzımızdan çıkan bütün
sözlerin, insani kavramların 'erleri' olacak kadar gercekçi olduğumuzu
söyleyebilir miyiz? Ruhumuzda ve bilincimizde, 'karşı çıktığımızı ve
savunduğumuzu söylediğimiz insani değerlerin toplam ifadesi olan demokrasi,
hukuk, hak, özgürlük erdemliliklerine ulaşmış, bütün çifte standartlılıkları,
iki yüzlülükleri, bir başkasının mutsuzluğu üzerinde kurulmuş
mutlulukların kirliliklerini çıkarmış mıyız?
Düşünce özgürlüğü diyoruz, bu tahammüle sahip miyiz? Özgürlük, hak, hukuk
diyoruz, bunu her kes için istiyor muyuz? İnsanı sevmek diyoruz, samimi
miyiz? Halkların kardeşliği, halkların kendi kaderlerini kendilerinin
özgürce tayın etmeleri diyoruz buna samimi miyiz?
Ben samimi olunmadığını iddia ediyorum, keşke yanılsaydım. Bakın öz olarak
tekrarlayayım bakışımı:
1-Kendim için ne istiyorsam her kes için onu istiyorum.
2-İnsana, halklara ait bütün değerlerin amasız, fakatsız, 'lamsız
cımsız' savunucusuyum.
3-Düşüncelerin kendisini özgürce ifade etmesinin savunucusuyum, ister yanlış,
ister doğru.
4-Düşüncelerin kendisini özgürce ifade etmesine karşı olanların hiç bir haklı
ve insani gerekçesi yoktur ve o yüzden böyleleri düşünceden korkarlar,
sansür, yasak, zindan, işkencelere sığınırlar.
5-Söz insanı güzelleştirir, sözü bitirenler korkak ve çirkindirler. O yüzden
sözün bittiği yerde 'anti söz' problemi vardır.
Şimdi bu yukarıda kısaca sıraladıklarıma itiraz edip 'yanlış'lıklarına
alternatif bir 'doğru' koyan var mı? Olsa sevinirim.
Peki, ama bunlar genel doğrulardır, bunları sınamanın da adı olan
düşüncelerimizi belirtmeden nasıl bilebiliriz kimlerin 'Hanyayı-Konyayı'
savunduklarını?
Her kes o yüzden önce kendisiyle hesaplaşmasını tamamlamalı. 'Katır' huyundan
arınmanın, yeni bir insan tipi olmanın başka yolu yok.
Ne Karerli, ne de Kürd-Zaza olduğum için değil, duru bir insan
felsefesini, insanlığın kendisini savunduğum için bu bana göre erdemlilik
olan duruşun, davranışın sahibiyim.
Mektup, duygular, misafirlik, dostluk, sohbet, sevmek
ile düşünce birbirine karıştırılmamalı. Düşünce, yanlışı ve doğrusuyla
sahibine ait bir akıl muhasebesidir. Tartışmak, bu muhasebenin 'kabul gören'
doğrularını bulmaktır. Tez, antitez, sentez formülü, insanlığın
bizlere 'icat edip' sunduğu bir değerdir. Düşüncenin kaynaklandığı hazine
objektiflik ve bilmeye, bilime ulaşmaktır. O yüzden düşünce asla küsmemesi
için bir çocuğa şeker vermek değildir.
'Katır'ın huyundan ve suyundan alınmış bütün kirli, tekçi gelenekleri,
davranışları üzerinde atamayanlar, düşünce ve özgürlüğü bilinçlice, detaylıca
anlayabildiklerini sanmıyorum. Herkesi memnun edecek, beğenisini alacak bir
düşünce ya da yazının geçtiği bir 'kitap-kalem' yoktur olmayacak da… O halde
kimse düşünce, tartışma diye böyle bir şey beklememeli.
Katılırız katılmayız… Önemli olan neden katılıp neden katılmadığımızı
yine
düşüncemizle belirtiriz. Düşüncesinden korkanların, ya sansür, olmazsa,
birçok gerekçeler bulup meydanda çıktıklarına çok şahit olmuşuz. Ya da 'Ben'
diye başlayıp kendi egolarını 'tatmin etme' gereği duyarlar, 'ben' üzerinde
edebiyat yaparlar.
Hiç Büyük İskender ve kale ustaları olmak istemedim. Karton kahramanlıklara
gerek duymazlar düşünce üretenler.
Genel geçer söylemlerden somut düşünce sınavlarına gelemeyenlerin
davranışlarını biliyoruz. O Laz fıkrasındaki gibi 'İstanbul’a
gelememelerinin' altında işte bu 'katır huyundan arınmamış' mantalitesi
vardır. Türkiye'de bu eğemen, tek yanlı söylemler ve davranışlarından
kendisini arındırmamış birisinin, ne kendi gerçeğine, ne de
insanlaşmayı başarmaya eriştiği söylenemez. İşte o yüzden aslında her kes
önce kendisiyle hesaplaşmasını yapmalı demek istiyorum. 'Aynayı kendine
tutma'nın dili, anlamı budur.
Şimdi, kendilerine 'aydın, ilerici, demokrat, evrensel, insanı-halkları,
barışı, özgürlükleri, hakkı hukuku seviyoruz savunuyoruz' diyenlere kısa bir
örnek ve soru sunayım;
Filistinliler, Çeçenler, iki yüz bin nüfuslu Kıbrıs Türkleri için kaderlerini
özgürce savunmanın kendisi olan devlet kurma hakkını savunuyorsunuz iyi… Peki
yirmi milyon ve 'kardeş' dediğiniz Kürt halkı için de aynısını savunuyor
musunuz?
Çok mu zor bu sorunun cevabı sayın 'demokratlar, aydınlar, evrenselciler,
hümanistler... 'Yoksa siz kendinizi 'kaderlerin tayın memuru mu' sanıyorsunuz
düşünce, demokrasi, hukuk, hak aşkına?
O yüzden genel geçer söylemlere sığınmak, açık olamamak, 'Katır'ın huyundan
arınmamaktır. Ve şimdi size aşağıya bir alıntı aktaracağım, eğer sahibinin
ismini söylemezsem ve sizlere sorsam eminim ki ya bilmeyeceksiniz ya da
'herkes' de olabilir dersiniz. Çünkü bu alıntıyı Mhp’den İp’e, diyanetten,
sağcına kadar her kes 'evet' der;
Murtaza’nın siyasal görüşü demokratik bir Türkiye’lilik temelinde
Türkiye’deki tüm ırkların birliğinden, dayanışmasından,
kardeşliğinden yana tavrı olan demokrat olma önündedir.
Milliyetçi değildir. Türk aydınlarını da, Kürt aydınlarını
da, Kürt halkını da, Türk halkını da sever' Yani 'sever'.
Bu alıntıya dediğim gibi, sağı da, solu da, 'ortacısı da kenarcısı da'
'hayır diyemez.
Peki, sorun ne o halde? Sorun net olamamak, gelenekçi eğemen söylemde
çakılıp kalmak. Sorun başka diyarlarda 'hak hukuk' isteyenlerin resmi ideolojinin
kurbanları olarak Kürtlere bunu açıkça istememek.
Şimdi sorabilirim: Bu mantıkla mı bana düşünce özgürlüğünden, demokrasiden
evrensellikten bahsediyorsunuz?
'Kendisi için insan ne istiyorsa her kes için onu istemeli' değil mi?
Ben buyum, başkasını bilemem. Konuları saptırmanın psikolojisini de
bildiğimi sanıyorum. ALIŞKANLIKLARIN KENDİ PSİKOLOJİLERİ VARDIR. Eğer bu
psikoloji şu karton kahramanlık derekesine indirgenmişse... Bakın ne
buyuruyor:
'Birileri gibi işkencelerden korkarak, kendisinden dolayı başkalarının
işkence çekmelerine, ölümlerine izin vermedi. Kendinden kaynaklı
işkence çeken Karerlileri bir yerlerden saklanıp gözlemlemedi. Köy
meydanlarında kendisinden dolayı toplatılıp yediden yetmişe işkence yapılan
köylüleri yüzüstü bırakıp kaçmadı, en çok, bu onurlu yanımı
seviyorum.'
O 'birileri' sizlere dayak atan askerlerden yakaladığını yanınıza
getirmeliydi. Askerin yalvarışını size göstermeliydi. Bunlar karton
kahramanlık yapanların rüyalarında bile göremedikleri şeylerdir. O 'birileri'
bir keresinde olduğu bir köy evinde meydanda 'mamboluk yapan' Türk
askerlerine çıkıp 'esir almayı' nutuklar çekip 'balonlarını halkın içinde
söndürmeyi', kaldığı ev sahibinin ricası üzerine durmamalıydı, alıp askerleri
sizin el pençe duran manzarasına getirmeliydi.
Gerek yok hiç aklınıza bile gelemeyecek konuları ucuz anlatmaya.
Ve o 'birleri'nin nezdinde sizlere işkence edenlerin (…) foyaları çoktan
bitmiştir de bilmiyorsunuz.
Aman aman... Kurcalamayın aklınız çok karışacak, benden söylemesi.
Düşünceler tartışıyorduk 'yanılmıyorsam!' değil mi?
Varsa düşünceleriniz belirtirsiniz yoksa site okuyucularını 'ego'nuzu Tatmin
etmek hakkınız da var, ama beni pek ilgilendirmiyor.
Kuru iltifatlar da düşünce ve tartışmalarla karıştırılmamalı, Eğer toplumsal
ve sosyal sorunlar ile ilgili düşünce diye kuru iltifatlar çözüm olsaydı,
sanırım ben de bolca kuru iltifatlar yapabilirdim. 'hayın ile sayın'
ikileminde dönüp duranlar, elbette hep kendilerine 'iltifat' beklerler ama bu
düşünce ya da tartışma değildir. Ahlak ve terbiyenin sınır ve karakterlerini
bilmeyenlerin, bolca bu kavramları, üretilen, ileri sürülen düşünceler
karşısında, veremedikleri cevapların anlamsız ezikliğinin farkına
varmadan bir dışa vurum olarak kullanma kolaycılığına sarılıyorlar. İnkârcı,
dalavereci (…) resmi ideolojinin çizip dayattığı çerçevede kalındıktan sonra
herkese soruyorum; bu durumda kim olursa olsun, kendine ne sıfat takarsa
taksın, demokrat, aydın, ilerici, evrensel olabilir mi?
Doğu Perinceklerin kongrelerinde Atatürk, Lenin, Mao ve Rauf Denktaş'ın
resimleri asılıydı.
Adı KP, SP, İP ne bileyim, programında 'halkların kardeşliği, emek,
barış, ulusların kaderlerini tayın hakkı vb, var.
Bu bir Türk hilesi değil mi?
Dünyada bütün ırkçılar aynıdır ama Türk ırkçılarının dünyada eşi olmayan bir
özeliği var. Hiç bir ırkçı devlet, asıp kestiği, kıyıma uğrattığı halkın
adını inkar etmedi. Hitler Yahudileri kırınca, kırlığı halkın adını
koydu.
Fransa, İngiltere kısaca hiç bir ırkçı işgal ilhak ettikleri halkların, ülkelerin
adlarını inkar etmedi. 'Bu ülke bizim sömürgemiz, kolonimizdir' dediler.
Türk ırkçıları ise, işgal ederler 'kurtardık' diye okurlar. Jenosid
uygularlar 'meşru müdafaa yaptık' diye okurlar. İlhak, talan ederler bir
halkı, 'Biz yapmadık böyle bir halk yoktur' derler.
Bir genetik faciadır Türk ırkçılığı. 'Güçlünün' karşısında olmadık
kepazeliklere girerler, 'gücü yetenlere' de 'kahramanlık edebiyatı' yaparlar.
Emperyalizmin kucağından çıkmazlar, başkalarını da 'emperyalizm işbirlikçisi'
diye 'suçlayarak' ancak 'aptal' kandırabilirler. 'Siyonizm' derler ama
'Siyonizmsiz yapamazlar. Amerika Afganistan’a da müdahale etmişti. Bir parça
'pasta' bulurlar diye 'Hikmetyar'a paralar yağdırdılar. Fiyasko ile bitti her
şey. Ama aynı Amerika Irak'a müdahale edince bu kadar 'kıymet' koparmadılar
'sağcısı, solcusu, sosyalisti, dincisi, çevre korumacısı' vasıtasıyla.
Neden?
Çünkü Afganistan’ın Kürdistan'ı yoktu da ondan. Irak'ın Kürdistan'ı var da
ondan.
'Yurtta sulh cihanda sulh' diyen Türk ırkçıları 'Cihanın neresinde bir Kürt
devleti oluşumu olursa, savaş sebebimizdir' diyebiliyor,
gözlerimizin içine baka baka. . . Biz Kürtlerden bazı 'müzelik'lerde daha bu
'katır'dan almış oldukları alıştırılmışlıkların çerçevesinde,
'efendim
18. yüzyıl milliyetçilik falan... aslında ama fakat nasıl desek ne etsek
halkların kardeşliği, toplumsal sosyal falan. . . derken sıfır elde sıfır
teorilerle sadece kendilerini aldatıyorlar. 'katır sahibi' işte bu
alıştırdıkları zavallıların sayesinde 'Üsküdar’ı hep geçerdi'.
Kendi bayrağına hep başkalarında 'saygılı olmasını beklersin' ama Habur'dan
başlayıp dalgalanan Kürt bayrağına da saygısızlık yapıyor, yırtınıyor,
uluslararası beyhude girişimlerde bulunuyor 'indirilmesini ' istiyorsun.
İşte bu 'katır' huylarını almış, bu huylara alıştırılmışlar,
'katır
sahibi'nin yaptıkları zulümleri, iki yüzlülükleri, iğrençlikleri
'görmezler!' sadece 'katırcı'nın kendisine de işkence yaptığını bir 'eziklik
ve haklılık' hüviyeti gibi ara da bir gerektiğinde hatırlatmakla yetinirler.
'Katır'ın bütün zalimliklerine direnen insanları da, 'suçlayacak' kadar
edepsiz olabiliyorlar. Sonra da, direnen insanlardan 'saygı bekliyorlar'.
Fazla olmuyor mu?
Osmanlı saraylarında, ya da şımarık bir Türk memurunun dairesinde mi
sanıyorsunuz kendinizi?
Halkımıza karşı tek yanlı başlatılan acımasız savaş ortamında, bu kadar
'bire
bin' dengesizliklerdeki savaşı 'çocuk oyuncağı mı anıyordunuz? 'Savaş' nedir
biliyor musunuz 'hayatın içinde biri' olarak? Savaş, 'bostan korkuluğu gibi
ortadan dikilmek midir? Bütün acımasız taktiklerin uygulandığı planları
bilmiyorsanız hiç olmazsa, çeşitli bahaneler ve gerekçelerle 'katırın'
psikolojik propagandası etkisinden kalmayın. Kendisine 'aydınım,
enternasyonalistim, faşizme karşıyım ne bilim işte bir çok şey' sanan
birinden bu sitede bunu okuyoruz:
'Birileri gibi işkencelerden korkarak, kendisinden dolayı başkalarının
işkence çekmelerine, ölümlerine izin vermedi, Kendinden kaynaklı
işkence çeken Karerlileri bir yerlerden saklanıp gözlemlemedi'
Bunu bir gerici, bir feodal, bir 'at hırsızı', bir 'faşist'
demiyor dikkatinizi çekerim. Bütün 'kaçmaları, saklanmaları, gizlenmeleriyle
üstelik cellâdına tek kurşun bile atmayan Nazım'ı savunan bir 'devrimci!'
diyor.
Ağzınızda daha esas baklayı çıkaracaktım ki, anladınız, 'kibarlık'
numaralarıyla 'meydandan kaçıyorsunuz' bilmez miyiz?
(…) Biz ne 'karton kahramanlar' ve bunların alıştırdıkları 'kartoncuk
kahramanlar' gördük?
Açarız dosyaları kaçmayanlara...
'Sağcı olabiliriz, solcu, komünist olabiliriz, ama millet
ve devlet sorunu olunca hepimiz birleşmeliyiz' diyordu Uğur Mumcu.
Bunun tercümesinde, resmi ırkçı Türk afatasçılığının', koşullara
uygun!' formülü var. Formül şudur:
Ne olursanız olun, kime neye 'yaşasın-kahrolsun' diyorsanız deyin. İste
emekten, yoksulluktan, Filistin kurtuluş mücadelesini desteklemekten, Che
Guvera'yı savunmaktan bahsedin, ama Kemalizmin'in koyduğu kurallara
dokunmayın.
Kemalizm Kürt halkının bütün değerlerini mi inkar ediyor ve yasaklamış, siz
de onu kabul edin. Yani biz Kürtler, bütün değerlerimizle, bizi inkar
eden, yasaklayan Kemalizm’i savunun buyuruyor.
Peki aynı facia durumunu, bu zihniyetin sahiplerine soralım: Bir devlet
Türkleri egemenliği altına alsın, bütün değerlerini yasaklasın... Size de bu
kuralları kabul edin, etmezseniz 'asayişi bozacaksınız, teröristiniz'
desin, kabul eder misiniz?
Tabi ki 'hayır, böyle şey olmaz, insanlık hak hukuk değildir bu, kabul edemeyiz'
derler şüphesiz. İşte 'dalavereci dananın kuyruğu' burada kopuyor.
Peki, kendin için istediğin hakkı, hukuku neden başkası için istemiyorsun? Ya
da kendin için istemediklerini neden başkası için istiyorsun?
Bu 'katır ikliminin solu, sağcı, sosyalisti, dincisi, imansızı,
çevrecisi, aydını, demokratı' o yüzden ikiyüzlü ve hileci'dirler.
Başka diyarlardan 'Türklerin haklarından hukukundan' bahsederler ama kendi
evletlerinin çakımızda eşi görülmeyen bir inkar ve yasaklarla, 'kardeşiz'
dedikleri yirmi milyon Kürt halkının kimlikleriyle kendilerini ifade
etmelerini, , ana dilleriyle eğitimlerini yapmalarına bile tahammül etmeyen
bir insanlık ayıbını boyunlarından taşırlar.
()Tansu Çiller, 'Keşke Türk devletinin Kürtlere verdiklerinin binde
birini Yunan devleti Yunanistan’daki Türklere verseydi' diyecek kadar
aptalları kandırmak pahasına, dünya alemi güldürmekten utanmıyordu.
Türk ırkçıları gerçekten utanma duygularından mahrumdurlar. Yunanistan'daki
Türklerin bütün yaşamlarını bizzat içlerinde yaşayarak bilen biriyim.
Kimlikleri serbest, dilleriyle eğitimleri serbest, kimlikleriyle hayatın her
alanında olduğu gibi, politik alanından da, kendilerini özgürce ifade edip
temsilcilerini özgürce çıkarabiliyorlar. Ayrıca, farklı dinden oldukları
için, kendi dinlerini, inançlarını da, özgürce yapıyorlar. Yerleşim
birimlerinde kendilerine ait hiç bir değerleri yasak değiller. Kaldı ki onlar
orada toplam Diyarbakır nüfusu kadardırlar.
Şimdi söyleyin; 20 milyon kürdün haklardan hangileri var? Kaldı ki Kürtler
kendi coğrafyalarının kadim yerli halkı olmalarına rağmen. Üstelik bütün
coğrafya isimleri bile yasak edilmiş.
Türk ırkçı hilesinin iklimindeki 'sıfatlara' kısa göz atalım:
Çevreciler: Yakalarında bir çiçek resmi takarak 'doğayı koruduklarını'
belirtir, resmi kurumları var. Bizim coğrafyada devlet o kadar orman
yaktı, köy yıktı, tarla, bağ, bahçe harap etti. Bir kez olsun bir laf
ettiler mi?
İnsan hakları savunucuları: Devlet o kadar sivil savunmasız insan
katletti. O kadar insan 'failli mechul'larla yok etti. O kadar toplu mezarlar
ortaya çıktı. Bir kez olsun tek laf ettiler mi?
Diyanet: Sanki Türk devleti inkar etsin, yasaklasın diye
'tanrının Kürtlere verdikleri dil, kültür, kimlik, edebiyatın devlet
tarafında yasak ve inkar edilmesine rağmen, o kadar masum Kürt insanı
katledilmesine rağmen, kendi anadilleriyle tanrıya bile dua edilmeleri
yasaklanmasına ragmen bu zalimlikleri bir kez olsun kınadı mı? bunu bırakın
siz, her zaman medyada 'bismillahirahmanirahim' diye başlayan söz ile Türk
devletini desteklemesini 'Müslümanlardan istiyor' ırkçı Türk resmi ideolojiyi
övüyor, tabi inandığını söylediği tanrıyı aldattığını sanarak'. Üstelik
Kürt
halkının da Müslüman olmasına rağmen.
Sosyal
demokratlar:
Enternasyonal' kongrelere katılan üye olarak, dünya barışından, ulusların hak
ve hukuklarından 'dem' vurmalarına rağmen, 'şiddet'in her türlüsüne karşı
olduklarını bağırmalarına rağmen, düşünce özgürlüklerinden tutun,
dillerin, kültürlerin özgür gelişmelerinden bahsetmelerine rağmen,
fikir hürriyetlerinden bahsetmelerine rağmen, Türk devletinin bu vahşet
politikalarına karşı bir gün tek kelime ettiler mi?Hayır, aksine
desteklediler.
Sosyalistler: 'Ulusların kendi kaderlerini özgürce tayın etmeleri
programlarından yazılı durmalarına rağmen, Kürt halkının kendi kaderini
özgürce tayın etmelerini açıkça savundular mı? Yoksa her sefer, cumhuriyetten
beri özgürlük mücadelesine kalkıştığında Kürt halkını' Emperyalizm
kışkırtıyor, Kürt - Türk kardeşiz, ayrım gayrım yok' hileleriyle
devletlerinin imdatlarına mı koştular? Bir yanda 'Milliyetçi değiliz
enternasyonalistiz' derler geniş zamanda, diğer taraftan da, Çin’deki,
Irak'taki her hangi bir uzaktaki 'türkün savunuculuğuna' soyunuyorlar.
Barzani ve Talabani'ye 'aşiret reisleri, feodaller' derken Halepce
katliamını destekleyen 'Arafat'a da alkış çalarlar.
Bilinir ki bugün ' Feodal aşiret reisleri' dedikleri ırak Kürdistan
yönetiminde Türkmenler dahil, bütün azınlıkların din, dil, kültür,
edebiyat, her alanda özgürce temsil ediyorlar kendilerini. Beğenmedikleri
bu 'aşiret reisleri’nin yönetimi, Ortadoğu’da benzeri olmayan
demokratik yönetimidir.
Şimdi soruyorum: Barzani-Talabani Kürt yönetimi, hangi halkı inkar
ediyor, hangi etnik kesimin haklarını yasaklamış, Kimin ülkesini ilhak etmiş,
hangi milletin kimliğini yasaklamış? 'Saddam'ı 'antiemperyalizm'
numaralarıyla destekleyenler, 'Kerkük’teki Türklerin haklarından'
bahsedenler, Saddam’ın Kerkük Türklerine yaptıkları zulüm zamanında
suskundular ama... Demek ki bunlar Türk ırkçı hilesinin Kürtlerin özgür
olmalarına karşı olan Türk ırkçı hileleridirler.
Mazlum Kürt halkın özgür olmasına tahammül etmeyenler, bizlere 'Dünya
halklarının kardeşliğinden bahsediyorlar!'
Mazlum bir halkın yöneticileri olan Barzani, Talabani, Rauf
Denktaş yaratmasından, Afgan emrinden, sizinde 'emperyalist' dediklerinizle
içli dışlı olan Filistin yönetiminden, Çeçen dinci liderliğinden, Saddamcı
Zarkavi şeriatçısından daha mı kötü sayın bunları desteklediklerini söyleyen
sosyalistler, aydınlar demokratlar...!
Bunlar ırkçı Türk hileleridirler.
Atatürk, Çanakkale’de, Ankara’da değil de bizim coğrafyada
(Erzurum ve Sivas) kongrelerini yapmış. O zaman, bu coğrafyanın
sorunlarına karşı hep 'sıcak, tahammüllü, sevgi' sözleri etmekle
birlikte, 'ileri gelen' insanlarından da hep 'yalvarırcasına' destek istemiş.
'Bu vatan Kürtlerin ve Türklerindir, hukuk egemenlik, özgürlük
Kürtlerin ve Türklerin hakkıdır' v.b söylemler ettiği gibi, 'Kürdistan'dan da
bolca bahsetmiş. 'Diyab Ağa'lara, Cemile Çeto'lara övücü sözler söylemiş. Mecliste
Kürtlerin temsilcilerine de hep söz hakkı vermiş. Çanakkale ve Egelerde
Kürtleri, bu söz ve vaatlerle savaştırmış. İktidarını adım adım
sağlamlaştırınca, 'Topal Osman’larını devreye sokmuş, bir yığın
çete'cilerle, Kürtleri tasfiyeye başlamış. Burada Türk ırkçısına ait
trajik-komik bir dalavereye, nankörlüğe, şahit oluyor tarih. Diyab Ağa'nın
başına örülen çoraba rağmen 'Atatürk'ün bunu yapmayacağına' bir türlü daha
inanamıyor. Sonra Atatürk'e söylüyor bu hakkındaki 'fermanı'. Atatürk'ün ona
verdiği cevap, Türk ırksının kimliğini göstermesi ve bizlere ders olması
açısından anlamlıdır. Kendisiyle 'dost' olan Atatürk'ün, Diyab Ağa'ya
verdiği cevap şudur;
-Evet... Kendi halkını satan bizi de satar...
Çemile Çeto ise, ancak yine idam edildiği zaman Türk ırkçılarının ruh
halini anlamış, şöyle demiş;
-Mın re mebêjın Cemilê Çeto, mın re bıbêjın jı kerê ra keto (Bana cemilê Çeto
demeyin eşşekten olmuş deyin).
Bütün bu aldatmacalarla Kürtleri aldatan Türk ırkçılarının Lozan'daki
aldatmacalı 'uçan söz'leriyle, böyle bir Kürt trajedik dönemi
'resmilieşiyor'du. Bu 'sözde' kelimesi, Lozan masasındaki
dalavereyle Türk ırkçılarının gülünesi literatürüne girdi. Orada, Türkiye
Cumhuriyeti iki milletin, Kürt ve Türk milletinin temsil bulduğu
cumhuriyettir' derken, diğer yandan da antlaşmaya bunu koymamak için olmadık
tavizler veriyordu diğer devletlere. Ve sanki diğer devletlerin de çok
umurlarındaydı, Kürtlerin antlaşma metininden olmamaları...
Başından beri, İngiliz, Fransız v.d ile içe danışıklılıklar içinde olan
hareket, yine Lozan'da aynı danışıklı imzayla sonuçlanıyordu. Adı da 'Milli
mücadele, antiemperyalist mücadele!' oluyordu. Anadolu'da bütün başka
dillerin, kültürlerin, kimliklerin, edebiyatların inkâr ve yasak
edilmesinin, Kürt halkına başlanan katliamlarının, vahşetin, işgalin,
ilhakın adı yani...
Tarihin burada 'feci' çarpıtıldığına insanlık şahit olmaktadır. Bütün
kandırmaca sözlerle Kürtlere karşı inkar ve yok etme projelerini başlatan
Türk ırkçıları ve resmileşmiş ideolojisi olan Kemalizm’in devleti, direnişten
başka kendilerine bir yol kalmamış Kürt halkının özgürlük mücadelelerinde,
hep emperyalist devletlerin destekleriyle bu hareketleri acımasızca
bastırırken, Kürtleri de 'emperyalizmin işbirlikçileri' ya da 'emperyalizmin
kışkırtması' diye utanmadan lanse ederler.
İşte bu ırkçı ikiyüzlü Türk hilesinin paslanmış şarkılarını, 'solu, sağı,
sosyalisti, dincisi, aydını, demokratı!' hep söyledi, söylüyor. Kendi iki
yüzlülüklerine, yalanlarına, çifte standartlıklarına alıştırdığı
ana söylemin makamı böyledir.
'Hayali Kürdistan burada gömülüdür' diye yazanları, tarih sanki onlar öyle
yazdı diye 'hatırlarını kırmayacaktı' öyle mi?
Lozan'da ve bütün bu dalavereleri yaptınız da ne kazandınız?
'Dar' zamanlardaki söylemlerle daha Kürtleri aldatacaklarını mı sanıyorsunuz?
'Çanakkale’de Ege'de Kürt-Türk birlikte savaştık' deniliyor. Evet, arkasını
da getirseniz ya böyle aldatıcı tuzak cümlelerin!
Kürtler açısında savaşıldı da ne oldu? Siz onların bütün değerlerini inkâr ve
yasak edesiniz diye mi Kürtler sizinle birlikte savaştı?
Bugün daha bizlere 'akıl!' vermeye kalkan çeşitli boydan 'sosyalist, dinci,
demokratlar, aydınlar!' bu kanlı, kirli tarihin sahipleri olan Türk resmi
ideolojisine toz kondurtmuyorlar.
Bize 'Milliyetçilik!' üzerine ders vermeye kalkan bu 'enternasyonalistler',
dünyada eşi benzeri olmayan Türk ırkçı egemen söylemine ses etmiyorlar.
Adı 'Kürdistan' olan bir uçağın, Türkiye'ye yolcu getirip, götürmemesi, iniş
yapmaması için başta Perinçek ve diğerleri kampanyalar açıp 'şaha!' kalkıyorlardı.
Adı 'Kürdistan' olan bir hayvanının bu isminden dolayı devlet bakanı yine
'şaha' kalkıyordu. Ülkeyi yakıp yıkan, o kadar insan kıyımını yaptıran Kenan
Evren işte Marmaris'te 'demokrasi kadın çocuk' resimleri çiziyor. İnsanları
toplu mezarlara gömenler, sivil insanları acımasızca katledenler, 'Mehmed
Ağar'lar, Korkut Eken'ler' işte ortada ve 'siyaset efendiliğini!' oynuyorlar,
mehter takımlarıyla karşılanıyorlar...
Kimse kendisini kandırmasın, her şey ortada. . Türk ırkçılığının
‘uygarlık!' dersleriyle alıştırdıkları siyasi psikoloji ve söylem ortada.
Hedef şaşırtıp 'incik boncuk' kimse bizlere dağıtmasın.
Nüfusu elli bin olan halkın bile devleti var. 350.000 nüfusu olan
Luksemburg’un devleti var. B. M üyesi yaklaşık 204 devlet var. Dünya aleme
'adet' olanın, on milyonlarca nüfusu olan Kürtlere neden 'tomet' olsun?
'Vatan millet Sakarya' filmleriyle bir halkın en doğal hakkı olan özgürlüğüne
karşı çıkmanın, statüsüzlüğü dayatmasına adı ne zamandan beri 'hak hukuk
adalet kardeşlik!' oldu?
İşte dünyada eşi görülmeyen Türk ırkçılığının resmi ideolojisi budur.
Geçenlerde Amerika'ya resmi bir ziyaret yapan Barzani'ye 'sayın başkan' diye
hitap edildiği için, 'rahatsız!' olan görmemiş, terbiyeden yoksun Türk
ırkçıları, utanmadan bizlere 'terbiye' dersi vermeye kalkışırlar.
Türk ırkçılığı bir toplumsal hastalıktır. Bu hastalıklı toplumda
etkilenenler, akıldan kirlenmişler. İnsanlaşmanın yolu, bütün
hileleriyle, çifte standartlarıyla, yalan ve dalavereleriyle bu 'genetik
vaka'dan kurtulmak, ona karşı duru olmaktan, tavır almaktan geçer. Bunu
beceremeyenlerin insanlaştığına inanmıyorum.
Tersini söyleyebilen var mı?
İlhami sertkaya
1-11-2005
|