imaj.ilhami.jpg

Nuray Erenler ve Muratlarina Ermeyecekler
Home
Düsünce ve Kolay Ezbercilikler
Aynayi Kendine Tutmak
Acayip Seyler
Aliskanliklarin Psikolojisi
Nuray Erenler ve Muratlarina Ermeyecekler
Linç Kültürü
Hiç Olmak
Manzaralar ve Biz
Karerce Bir Isik Yakmak
Bu Bir Borc Yazisidir
Su Insan Kizi de Garip
Karer Siteleri
Tarihin Tarihsizligi-2
Tarihin Tarihsizligi-1
Bulanik Sular ve incik Boncuk
Hallerimizden bazi haller
Durgun Gölleri Karistirmak
Tarih Masal Olsaydi
Kani Yado
Lozan Ve Oynanmis Kaderimiz
Ne gariptir bu Insanoglu
Onlarin Basbakani ve Bizim Amed
Ya Bu Deveyi Güdeceksin..
Eylül Kiran
Mercan Vadisi Denince
1.lüks siyaset
3.Dil yarasi
4.Digisen degistirecek
5.Kendini kemirmek
6.Cewlik bir siir
7.istanbul saldirilari
8.Ensenizi kabartmayin
9.Ömrüme mektuplar
10.Önce evinden
11.Evet pismanim
12.Köln yürüyüsü
13.Aldatilacakmiyiz
2.bin ladin
Ön söz
Anlasilmamak
Sözün bittigi yer
Pircan yaylasi
Cölasan'a mektuplar-1
Cölasana'a mektuplar-2
Cölasan'a mektuplar-3
Garip haller
Newroz adaleti
Tutsak sevgiler
Düsüncenin fay hatti
Durum ve durumlar
Türk devlet dalaveresi ve biz
Nefret
Bayrak ve tahammül
Cewlik bir siirdir simdi

Nuray Erenler Ve Muratlarına Ermeyecekler

İlhami Sertkaya


Haklı muratların inadında, gerçekleşmesi gereken ısrarlar vardır. Ayrılıklar, hüzünler ondandır bu 'mor' yolculuklarda sinemizde yer etmiş. Her Karerli bir ayrılık, bir özlem taşır. Her Karerli bir göç, bir 'uzun yol anılarında' yazılmamış sessizliklere yaslıdır.

 

İşte 'Erenler' ailesi, daha yazılmamış binlerce Karerli göç serüvenlerinden sadece bir tanesi. Bu ailenin, Karer'den Elazığ'a bir göçü var. Elazığ’ın Hüsenik köyü, ayrılıklarının ilk durağıdır. Ne yıllarca at sırtlarında o gidip gelmeler,  ne de hayat kıyılarını döven lanetli fırtınalar, ayakta kalmalarının belki de 'tılsımı' olan sevmelerini,  gülmelerini koparamadı onlardan.


Söylenmemiş bir şiir, okunmamış kitap gibi daha...


Hüsenik köyünden bu ailenin çocukları, torunları dünyaya gelir. Mehmet Erenler, o dönemde kendisini yetiştirmeyi becermiş, adeta çevresinde bir 'çekim merkezi' olmuş, mütevazi bir insan,  bir 'Arzuhal'ci. Yürüdüğü gece karanlıklarını sorgulamış, esen yele, kopan dala kendince sorular sorarak cevaplarının peşine düşmüş.

Sadece yaşamayı değil, neden yaşaması gerektiğini de kendince bilmiş. Böyle karakterlerin atmosferinde büyüyen çocuklar, her şeye rağmen duyarlı ve geniş ufuklu olmaya elverişlidirler.

Sayın Mehmet Eren'lerin beyefendi oğlu,  Ali Rıza Erenler amcamız,  bu satırların yazıldığı sıralarda,  seksen üç yaşında ve bir kitap çalışması var.


Hüsenik köyünde dünyaya gelen amcamızın, (bir erkek, dört kız) beş çocuğu var.


Size ikinci çocuğu, Nuray'ı anlatmayı borç biliyorum.

1957 doğumlu,  uzun boylu, esmer yüzlü, siyah çift gözlerinden detaylı görmelere savrulan bakışları ve siyah saçlarıyla,   sağlam duruşu tamamlamış bir beden. Bilmelerin yolculuklarına erkenden çıkmış bir zekâ. Okullar okumuş, adeta sığmamış Hüsenik-Elazığ yollarına,  öğrenimini devam etmek için Ankara'ya gitmiş.

Birikimli, dolu, sıcak,  samimi,  güven verici özelikleriyle, çevresinde sevilen, kendisine danışılan, sorunları çözme kabiliyeti ve inisiyatif sahibi biridir Nuray. Kitap sevgisi, daha çocuk yaşta başlamış kendisinden. Başka işi olmazsa, gün boyu kitaplardadır siyah gözleri.

Daha ortaokuldayken, bir hayli klasik kitapları okuduğunu anımsıyorum. Kendinden emin, birikimli, karizmatik. Mahalleliyle iç içe, insanların güvendiği, hatta kendisinden çok yaşlı olanlarla sırdaş olur, komşulardan karı-koca kavgalarından arabulucu olurdu. Bana anlattığı hikâyelerden, hep direncin, mücadelenin, dayanıklılığın mesajları vardı. Annemin de sırdaşı, dert ortağı,  yardımcısıydı. Nuray ablamın üzerimde çok büyük etkisi var. ' diye anlatıyordu bir bacısı.


Bin dokuz yüz yetmişli yıllar... Sorgulayıcı bilincin sarsıcı rüzgârlarının sınır tanımadığı bir dönem. Kent kalabalıklarının yüklendiği savruklukları terse çevirmeye şahlanmış bir fedakarlık kokan atmosfer. Haksızlıkların, adaletsizliklerin tarihine karşı yükselen anlamlı itirazlar taşıyan gözü pek devrimciler.

Haklı kavgaların zorunluluklarını kendilerine yakıştırdıkları için bir başka güzel olan o insanlar. Böyle bir zorlu dönemin, çetin fedakarlıkların atmosferindeki bir kent; Ankara ve göçü Karer'e dayanan ailenin asi kızı Nuray Erenler. Zamansızlıklar içinde,  siyah saçları artık rüzgârlara savrulmuş, soğuklara,  koşmalara, düşüp kalkmalara hazır bir hareketli duruş. Üniversite kampüslerinde,  koridorlarında, kantinlerinde doluca yankılanan o 'esmer sesler'. Sonra ambülânslar, polis copları, insanlaşmamış soyumuzun iğrenç yaratıkları, faşistler.


Yıl bin dokuz yüz yetmiş altı. Aylardan Ocak. Karlı bir Ankara günü. Sert bir rüzgar içinde,  kalın giyinmiş, ellerini yumruk etmiş, öfkeli kalabalıklar içindedir Nuray Erenler. Bir gün evvel yine o insan müsveddeleri faşistler tarafından katledilen Şükrü Bulut, un cenazeni kaldırmaktan dönen arkadaşlarıyladır. Hacetepe merkez kampüsündeki,  o heykel noktadadır. Beytepe'ye gidecek. Otobüs bekliyor arkadaşlarıyla. Dört bir yanda, ansızın üzerlerine kurşunlar yağıyor. Bir yandan polisler, bir yandan faşistler kurşun yağdırıyorlar. On altı insan yaralarıyla yere, karlara düşüyorlar. Kar aklığı ve kan kırmızısı, ortalıkta biten sözün rengini akıtıyor. Faşitlerin asla hesaplamadıkları o esmer tarih, oracıkta sayfalarına bir not düşüyor geleceğe. On altı bedenin aldıkları yaralar içinde bir yara, tam şah damarındadır. O kadar kalleş, o kadar derin.


Bu yara Nuray Erenler'indir.


Bu asi, bu hoş, bu dolu kız, orada son bir gülücük gök mavisine savuruyor. Daha gülüşü varmış gibi, tekrar ayağa kalkacak kadar yarası derin değilmiş gibi, seruma bağlıyorlar, makinelere yatırıyorlar. Öfkesi taşmış kalabalıklardan korkuyorlar. 'Nuray Erenler ölmüş' diyemiyorlar hemen.


“Bir hafta kadar komada tuttular ablamı. Çok Tepki gördü ablamın vuruluşu. Her yerde eylemler yapıldı. Polis cenazeyi vermek istemedi. Zorla alındı. Devrimciler şehirden şehre teslim ederek Elazığ’a getirdiler cenazeyi” diye belirtiyordu bacısı.


Vuruluşu sekiz ocak. Toprağa verilişi on üç ocak.

Dolu,  ama daha çok paylaşacakları olan bir ömür, Hüsenik köyüne gömülüyor. Öyle hızlı ve artık zorluklarına alıştığımız kabullenmelerin gerçekliği.

Ben Çewlik'te,  o bir kış sabahı, her zaman ki gibi gittiğim TÖB-DER'deydim. Geniş salonun bir masasında oturuyordum. Bakışlarıma, karşı duvardaki afişte bir bayan konuk oldu. Kalktım,  bakışlarımın konuğuna yaklaştım. Bize,  kaderine müdahale edilmiş dolu ve zengin bir tarihin üzerine serpilmek istenen külleri işaret ediyordu. Ve o bakışların altında


'Seni mücadelemizde yaşatacağız' kabilinde bir cümle.

Evet, bizim coğrafyanın fedakar halkı,  çok Nuray Erenler'ini toprağa verdi. Viraneler, yıkımlar, göçler,  sürgünler yaşadı. Onları yaşatmak, onların bakışlarındaki işaretleri, tarihimizin emanetleri olduklarının bilinciyle, marjinalliklerden, soyut ve sonuç alınmayan tekrarlardan, ezberlerden arınmak, gerçekçi olmakla ancak mümkündür.


Unutmamaktır onları yaşatmak.


Tarihini ancak kendileri yazan bir halkın kaderi müdahalelerden kurtarılmıştır. Hüsenik köyü mezarlığındaki o mezar taşı da bunu ifade ediyor.


Ruhun şad olsun, anıların mutlaka yazılacak tarihimizin sayfalarında yer alacaktır Nuray Erenler.


Seni vuranlar,  asla muratlarına ermeyecekler.


İlhami Sertkaya
28-9-2005

 

 

Nuray Erenler Ve Muratlarına Ermeyecekler

İlhami Sertkaya


Haklı muratların inadında, gerçekleşmesi gereken ısrarlar vardır. Ayrılıklar, hüzünler ondandır bu 'mor' yolculuklarda sinemizde yer etmiş. Her Karerli bir ayrılık, bir özlem taşır. Her Karerli bir göç, bir 'uzun yol anılarında' yazılmamış sessizliklere yaslıdır.

 

İşte 'Erenler' ailesi, daha yazılmamış binlerce Karerli göç serüvenlerinden sadece bir tanesi. Bu ailenin, Karer'den Elazığ'a bir göçü var. Elazığ’ın Hüsenik köyü, ayrılıklarının ilk durağıdır. Ne yıllarca at sırtlarında o gidip gelmeler,  ne de hayat kıyılarını döven lanetli fırtınalar, ayakta kalmalarının belki de 'tılsımı' olan sevmelerini,  gülmelerini koparamadı onlardan.


Söylenmemiş bir şiir, okunmamış kitap gibi daha...


Hüsenik köyünden bu ailenin çocukları, torunları dünyaya gelir. Mehmet Erenler, o dönemde kendisini yetiştirmeyi becermiş, adeta çevresinde bir 'çekim merkezi' olmuş, mütevazi bir insan,  bir 'Arzuhal'ci. Yürüdüğü gece karanlıklarını sorgulamış, esen yele, kopan dala kendince sorular sorarak cevaplarının peşine düşmüş.

Sadece yaşamayı değil, neden yaşaması gerektiğini de kendince bilmiş. Böyle karakterlerin atmosferinde büyüyen çocuklar, her şeye rağmen duyarlı ve geniş ufuklu olmaya elverişlidirler.

Sayın Mehmet Eren'lerin beyefendi oğlu,  Ali Rıza Erenler amcamız,  bu satırların yazıldığı sıralarda,  seksen üç yaşında ve bir kitap çalışması var.


Hüsenik köyünde dünyaya gelen amcamızın, (bir erkek, dört kız) beş çocuğu var.


Size ikinci çocuğu, Nuray'ı anlatmayı borç biliyorum.

1957 doğumlu,  uzun boylu, esmer yüzlü, siyah çift gözlerinden detaylı görmelere savrulan bakışları ve siyah saçlarıyla,   sağlam duruşu tamamlamış bir beden. Bilmelerin yolculuklarına erkenden çıkmış bir zekâ. Okullar okumuş, adeta sığmamış Hüsenik-Elazığ yollarına,  öğrenimini devam etmek için Ankara'ya gitmiş.

Birikimli, dolu, sıcak,  samimi,  güven verici özelikleriyle, çevresinde sevilen, kendisine danışılan, sorunları çözme kabiliyeti ve inisiyatif sahibi biridir Nuray. Kitap sevgisi, daha çocuk yaşta başlamış kendisinden. Başka işi olmazsa, gün boyu kitaplardadır siyah gözleri.

Daha ortaokuldayken, bir hayli klasik kitapları okuduğunu anımsıyorum. Kendinden emin, birikimli, karizmatik. Mahalleliyle iç içe, insanların güvendiği, hatta kendisinden çok yaşlı olanlarla sırdaş olur, komşulardan karı-koca kavgalarından arabulucu olurdu. Bana anlattığı hikâyelerden, hep direncin, mücadelenin, dayanıklılığın mesajları vardı. Annemin de sırdaşı, dert ortağı,  yardımcısıydı. Nuray ablamın üzerimde çok büyük etkisi var. ' diye anlatıyordu bir bacısı.


Bin dokuz yüz yetmişli yıllar... Sorgulayıcı bilincin sarsıcı rüzgârlarının sınır tanımadığı bir dönem. Kent kalabalıklarının yüklendiği savruklukları terse çevirmeye şahlanmış bir fedakarlık kokan atmosfer. Haksızlıkların, adaletsizliklerin tarihine karşı yükselen anlamlı itirazlar taşıyan gözü pek devrimciler.

Haklı kavgaların zorunluluklarını kendilerine yakıştırdıkları için bir başka güzel olan o insanlar. Böyle bir zorlu dönemin, çetin fedakarlıkların atmosferindeki bir kent; Ankara ve göçü Karer'e dayanan ailenin asi kızı Nuray Erenler. Zamansızlıklar içinde,  siyah saçları artık rüzgârlara savrulmuş, soğuklara,  koşmalara, düşüp kalkmalara hazır bir hareketli duruş. Üniversite kampüslerinde,  koridorlarında, kantinlerinde doluca yankılanan o 'esmer sesler'. Sonra ambülânslar, polis copları, insanlaşmamış soyumuzun iğrenç yaratıkları, faşistler.


Yıl bin dokuz yüz yetmiş altı. Aylardan Ocak. Karlı bir Ankara günü. Sert bir rüzgar içinde,  kalın giyinmiş, ellerini yumruk etmiş, öfkeli kalabalıklar içindedir Nuray Erenler. Bir gün evvel yine o insan müsveddeleri faşistler tarafından katledilen Şükrü Bulut, un cenazeni kaldırmaktan dönen arkadaşlarıyladır. Hacetepe merkez kampüsündeki,  o heykel noktadadır. Beytepe'ye gidecek. Otobüs bekliyor arkadaşlarıyla. Dört bir yanda, ansızın üzerlerine kurşunlar yağıyor. Bir yandan polisler, bir yandan faşistler kurşun yağdırıyorlar. On altı insan yaralarıyla yere, karlara düşüyorlar. Kar aklığı ve kan kırmızısı, ortalıkta biten sözün rengini akıtıyor. Faşitlerin asla hesaplamadıkları o esmer tarih, oracıkta sayfalarına bir not düşüyor geleceğe. On altı bedenin aldıkları yaralar içinde bir yara, tam şah damarındadır. O kadar kalleş, o kadar derin.


Bu yara Nuray Erenler'indir.


Bu asi, bu hoş, bu dolu kız, orada son bir gülücük gök mavisine savuruyor. Daha gülüşü varmış gibi, tekrar ayağa kalkacak kadar yarası derin değilmiş gibi, seruma bağlıyorlar, makinelere yatırıyorlar. Öfkesi taşmış kalabalıklardan korkuyorlar. 'Nuray Erenler ölmüş' diyemiyorlar hemen.


“Bir hafta kadar komada tuttular ablamı. Çok Tepki gördü ablamın vuruluşu. Her yerde eylemler yapıldı. Polis cenazeyi vermek istemedi. Zorla alındı. Devrimciler şehirden şehre teslim ederek Elazığ’a getirdiler cenazeyi” diye belirtiyordu bacısı.


Vuruluşu sekiz ocak. Toprağa verilişi on üç ocak.

Dolu,  ama daha çok paylaşacakları olan bir ömür, Hüsenik köyüne gömülüyor. Öyle hızlı ve artık zorluklarına alıştığımız kabullenmelerin gerçekliği.

Ben Çewlik'te,  o bir kış sabahı, her zaman ki gibi gittiğim TÖB-DER'deydim. Geniş salonun bir masasında oturuyordum. Bakışlarıma, karşı duvardaki afişte bir bayan konuk oldu. Kalktım,  bakışlarımın konuğuna yaklaştım. Bize,  kaderine müdahale edilmiş dolu ve zengin bir tarihin üzerine serpilmek istenen külleri işaret ediyordu. Ve o bakışların altında


'Seni mücadelemizde yaşatacağız' kabilinde bir cümle.

Evet, bizim coğrafyanın fedakar halkı,  çok Nuray Erenler'ini toprağa verdi. Viraneler, yıkımlar, göçler,  sürgünler yaşadı. Onları yaşatmak, onların bakışlarındaki işaretleri, tarihimizin emanetleri olduklarının bilinciyle, marjinalliklerden, soyut ve sonuç alınmayan tekrarlardan, ezberlerden arınmak, gerçekçi olmakla ancak mümkündür.


Unutmamaktır onları yaşatmak.


Tarihini ancak kendileri yazan bir halkın kaderi müdahalelerden kurtarılmıştır. Hüsenik köyü mezarlığındaki o mezar taşı da bunu ifade ediyor.


Ruhun şad olsun, anıların mutlaka yazılacak tarihimizin sayfalarında yer alacaktır Nuray Erenler.


Seni vuranlar,  asla muratlarına ermeyecekler.


İlhami Sertkaya
28-9-2005