imaj.ilhami.jpg

9.Ömrüme mektuplar
Home
Düsünce ve Kolay Ezbercilikler
Aynayi Kendine Tutmak
Acayip Seyler
Aliskanliklarin Psikolojisi
Nuray Erenler ve Muratlarina Ermeyecekler
Linç Kültürü
Hiç Olmak
Manzaralar ve Biz
Karerce Bir Isik Yakmak
Bu Bir Borc Yazisidir
Su Insan Kizi de Garip
Karer Siteleri
Tarihin Tarihsizligi-2
Tarihin Tarihsizligi-1
Bulanik Sular ve incik Boncuk
Hallerimizden bazi haller
Durgun Gölleri Karistirmak
Tarih Masal Olsaydi
Kani Yado
Lozan Ve Oynanmis Kaderimiz
Ne gariptir bu Insanoglu
Onlarin Basbakani ve Bizim Amed
Ya Bu Deveyi Güdeceksin..
Eylül Kiran
Mercan Vadisi Denince
1.lüks siyaset
3.Dil yarasi
4.Digisen degistirecek
5.Kendini kemirmek
6.Cewlik bir siir
7.istanbul saldirilari
8.Ensenizi kabartmayin
9.Ömrüme mektuplar
10.Önce evinden
11.Evet pismanim
12.Köln yürüyüsü
13.Aldatilacakmiyiz
2.bin ladin
Ön söz
Anlasilmamak
Sözün bittigi yer
Pircan yaylasi
Cölasan'a mektuplar-1
Cölasana'a mektuplar-2
Cölasan'a mektuplar-3
Garip haller
Newroz adaleti
Tutsak sevgiler
Düsüncenin fay hatti
Durum ve durumlar
Türk devlet dalaveresi ve biz
Nefret
Bayrak ve tahammül
Cewlik bir siirdir simdi

 

ÖMRÜME MEKTUBUMDUR

Biliyorum, sen en çok nefret ettiğin insan çeşitlerinden biri dalkavuklardır. Bir de bizim zavallılara acıdın ve hep acı güldün onlara. Dalkavuklugun yurdu yoktur. O, güçlünün yanındadır hep. Kendi hiçliğini güçlünün gölgesinde yatırır. Orada güçlünün kırıntılarına yamanmak için soytarılıklar yapar. Meslegi Donkişot’culuktur.

Boşluklara, loşluklara yumrugunu sallarken, sivri sözler ile ‘dağları devirirken’, efendisi için bulunmaz hint kumaşı olduğunu ispatlamak, onun en mutlu yanıdır. Alkışlamakta ustadır. Diktatörün felsefesini ekmek parasına ezberler ve her fırsatta o felsefeye sevdalıymış gibi cambazlıklar yapar. Aptallardan cok akıllıdır. Aklını efendisinin emrine yatırıp, aslında pinti ömrü için pinti yatırımlar yapar. Dönerlikte üstlerine yoktur. Korkak, alçak ve kalleş kavramları onların sıfatıdırlar.Mesela bagdat sokaklarında Saddam’ın etrafında, hani bıraksalar efendisi için ‘dağları devirirken’! Kuveyt çölünde ummadığı Amerikan askerleriyle karşılaşınca yalvarır, el etek öper. Türkiyede diyelim her fırsatta televizyonlarda, gazetelerde, kürtlere küfürler eder, rest çeker, efendisini iyi bir tavladıgının zevkiyle puan toplar, fakat hiç bir meydanda sokakta görünmez. Yagmur bile yagdıgında, ıslanmamak için efendisinin şemsiyesini bile tutmayı göze almaz.O an onun ‘hep işi’!olur. Risklerde kaytarmaya ustadır. O, sadece çanak yalar, efendisi için ‘çetin günlerin adamı’! olduğunu hazretlere el kol hareketleriyle gösterir.

Böyle ekmek parası da var işte....

Çok daha acemilikler yaparsa, korkalığının ifadesiyle artık gölgesinde korkmaya başlar.’ Korunmaya alınması’ gerektiğini ikna eder efendisine ve efendisinde aslında daha akıllı oldugu için, kanun manun hep ikna eder efendisini.

Çölaşan’lar gibi. Böyleleri artık o koruma duvarlarının arkasında soytarılıklar yapmaya mahkum olurlar. Başka seçeneklerini kendilerine bırakmadıklarının yanlışlıklarını düşünür dururlar. Düşündükce gizliden kendilerine, açıktan karşı tarafa saldırmaktan kudururlar. ‘ne halt ettim, ne pislikti yedim’! diye her aynaya baktıklarında, bütün bu suratları öcü gibi gelir onlara. Aynanın gösterdiği o surattan daha korumalara ihtiyac duyamayacak kadar acemilikler yapmamış oldukları günlerin suratını isterler.Aynaya saldırırlar. Dilsiz, güçsüz, cansız aynaya.

Nerde bir diktatör varsa, orada mutlaka dalkavuklar da vardırlar. Diktatörsüz dalkavuk düşünülemez.

Bilirsin çok gördün bunları ömrüm. Baglı oldukları sistem ya da diktatörlerin gerilediklerini görünce, başka dalkavukluk yapacakları yerlere bavul hazırlarlar. Bavulları kaç kez ellerinde düşer kalkar. Demokrasi iklimi soylarını kuruttugu için hiç sevmezler onu. Onun gelmemesi için efendilerine, sistemlerine, bin bir dereden su taşırlar. Onlar siyaset labirentlerinde ‘sagcıdırlar, solcudurlar, muhafazakardırlar, sosyal demokrattırlar.’! Önemli degil hiç bir sıfat, kavram, söylem onlar için. Yaptıkları işlerinin farkında ve bilincinde oldukları için, iğrençtirler. Onursuzlugu bilerek yapıyorlar. Maksad keseleri dolsun. Keseleri ‘vatanlarıdır’ onların.

Türkiyeye özgül olan ‘Maksat vatan kurtulsun’! söylemi onlar içindir.

Necmettin Cevheri’ nin bir dönem Newrozu kutlaması icab ediyordu. Şimdi ‘Nevruz’u. Kinyas Kartal’lar geri dönülmez bir dalkavukluk yoluna girdiler. Ertugrul Özkok’ların bir dönem ‘Solcu’ luk yapmaları gerekiyordu. Bu gün ‘sagcılık’ ve sisteme barışın gelmemesi için ‘entellektüel’cilik yapmaları icab ediyor. Yoktur dalkavukluğun milleti, vatanı, yurdu. Akıllıdırlar. Akıllarını işte böyle satarlar. Bana yazdırdığın bir zazaca kitabımdan da belirtildiği gibi, ‘Şerfesizdir akıl’ları.

‘Ben ne yaparım bu şerefsiz aklı’ detirtmiştin bana.

X x x x x

Ve zavallılarımız...bunlar, renksizliklerini dünya alemin ‘Sorunlarını çözmeye’! adamışlar. Her şey ve her kes içindirler ama asla kendileri için değiller. ‘Ulusların kaderlerinin tayin hakkından’ girerler lafa, emperyalizm, sosyalizm, uzak doğu, Latın amerika’dan başlayıp, senegal’e Panama’ya ugrarlar, bir türlü kendi cografyaları kürdistana varmazlar.’ Bir şey’ olduklarını ıspatlamak için, paplo Neruda’yı, Sun yat sen’i, Gomintang’ı, Mao’yu, Kauski’yi bilirler ama, Cigerxwin’i, Sımko’yu, İhsan Nuri’yi, Mahmut Berzenci’yi bilmezler.Çünkü onlar ‘dünya meseleleri ile ilgili enternasyonalisttirler’! ‘Selanik’li adamın çocukluk anılarından, sigara içimine kar her şeyi, dedelerinin, köylerinin tarihinden kat be kat bilirler. Değişik diller öğrenirler, kendi dillerinin yasaklı hallerini görmezler. Soruldugunda ‘dil önemli degil benim için, ben milliyetci degilim’ gibi boylarından büyük, zavallılıklarına uygun cevaplar ederler. ‘sefalet edebiyatı’ yaparlar ama içine bulundukları sefaleti görmezler. Başkalarına seminerler bile verirler. ‘kadın hakları’, ‘çocuk hakları’, globalizm’, çevrecilik’.... neler bilmezler ki.
‘Ezilen halklar’dan bahsederler. Kendi halkının içinde bulunduğu durum ile ilgili fikirlerini sorsanız’ canım ezilen halklar dedik ya..kürtler de dahildir’ derler.

Bunların ‘Dini bütün’ cüleri ise, aynı zavalılıkları bu alanda yaparlar. ‘Ummeti peygamber’ gibi söylemler agızlarında düşmez fakat, kendi dilleriyle dua bile etmelerinin yasak edilmişliğini görmezler. Diyanet’in kürdistanda devlet katliamlarını nasıl’allah için’ kabul gördüğünün propagandasını yaptıgını, ve kemalizmin, ’dincisi’ olduğunu bildikleri halde, görmek istemezler. Bunlar da araplar ve türk, iran devleti için kılıç salarlar. Homeyni’nin, Hizbullah’ın, Fetullah gülen’ in, adlarını bilmediğim el alemin inanc felsefesinin müritleri olurlar ama bir şexsaid’lerin davasının kenarında bile geçmezler. Daha dün gibiydi. Bunlardan bir kürt belediye başkanı, kan kıran içindeyken kürtler, ‘On kellem olsa, onunu da şeriata veririm’ diyordu. Evet ömrüm. On kelesi olsa bu zavallıların, fazla değil, allah aşkına sadece bir tanesini kendi halkına vermeyecek kadar zavallıdırlar işte.

Bunlardan sanat yapanlar da var. Ses, resim, tiyaro, sinema...gırtlakları bir türlü ‘türkleşmeyen’ler, ses marifetlerini, inkarcının pazarına kürdün müziğini satarak sahnelerinin popüleri edilirler. Bizim bu zavallılarımız, ömründe görmemiş sahne renkliliklerinin içinde, gömüldükleri renksizlikleriyle dudak oynatmasına kadar kopyacı olurlar. Tabi inkarın sahne çıplaklıgı için bulunmaz aptalımızı allayıp pullayarak, magazinlere sokarak iyi bir gazlatırlar. Onlar o satılmışlıgın mikrofonlarında söylerlerken, aslında kendilerine edilmiş küfürün, değiştirdikleri eserlerimizin orijinlerindedirler. Türkiyede inkarın müzik ihtiyacını en cok bizim bu zavallılar karşılarlar. Çıkarsanız bunları ve değiştirip bozarak sahnelerde serdiklerini saymazsanız geriye hangi ‘halk müziği’ kalır hep merak etmişimdir. Bir araştırmacının dediği gibi ‘türklerde halk türkülerinin bogazı yoktur’.Mezar başlarından söylenen agıtlarımızdan, düğünlerimizin halay müziklerine kadar satışa verdiler magazinleri ve cüzdanları aşkına. Sevdalarımızın hedeflerini çarpıtarak, aşklarımızın erdemlerini saptırarak inkarın bakışlarına incik boncuk sunarlar.Sinemalarda gerçekliklerimizin içini boşaltarak, inkara ‘ yöresel,doğu türkçesi’!nin inkarı eğlendirmenin soytarılıklarını yaparlar. Bunlar Ahmet Kaya gibi ulusal onurunu inkar sahnelerinde koruyan bir degerimize saldıran it sürülerine, elleri çenelerinde seyirci kaldılar. Ahmet kaya’nın şahsında yapılan saldırıların, kendilerine olduklarını bilerek. Aynı sahneleri paylaştıkları inkarcı sanatcılarla ortak yanları, kabul ettikleri inkarın icazetleri şartıyla boy gösterip ‘kardeşlik’! türküleri demlediler. Ara da bir de ‘lo lo, tew tew’ vurguları yaparak, bizlerden olur da kimi zavallı seyircilerin sempatilerini kazanmaya göz kırpıyorlar.

Ve bizim zavallılar kürt halkının sayesinde meşhur olur olmaz, kürt halkının artık kıyısından geçmezler. Nankördürler. Bazen de hani, ‘ ne şiş yansın ne kebap’ misali ‘şark kurnazlıgını’yapıp, kenar köşe kürt olduklarını da fısıldarlar. Ancak Yılmaz güney ve Ahmet kaya gibileri sahnelerde inkara şamar indirip onurlarını koruyabilirler.

Ömrüm, düşe kalka senden bunları da öğrendim:

1-Dalkavuklugun yerlisi, yabancısı, milleti, ülkesi yoktur. Onun her şeyi cuzdanıdır.

2- Kendilerini bir şey sanmaya ihtiyac duyan zavallılarımızın, ‘sosyalisti, dincisi, sosyal demokratı, sagcısı, solcusu, sanatcısı, entellektueli’ hiç fark etmediği gibi, ulusal ve halk gerçegimiz için koca bir anlamsızdırlar.

3- kendi ulusal kimliğine ve onuruna sahip çıkan, inkarı red eden ve ona karşı mücadele eden kişi de, kendisine ne sıfat ve kişilik yakıştırırsa yakıştırsın, ( ister sosyalist, dinci, marksist) fark etmez, onurludur ve halk gerçekliğimiz, ulusal özgürlük davamızın davacıdır, anlamlıdır. Bu anlamıyla da değerlerimizdirler.

X x x x x

Senin de bildiğin bazı itiraflarımı yapayım ömrüm. Senin baharındaki ‘bıyıgı terli’ yanlışlıklarımdan biri, herşeyin, her derdin dermanının ekmek olduğunu ve ‘insanın karnı doyarsa sorunları da biter’ gibi abartılı ekonomist bir yaklaşımın içindeydim. Bu anlayışla ‘karın doyuran sistemin sosyalizm’ oldugunu düşünüyor, kafa patlatıyordum. Bu önemliydi fakat her derde derman degildi. Bütün toplumsal temel sorunlarının anahtarı sadece bu değildi. Bunun böyle olmadığını 1984 te zamanın sosyalist bulgaristanında şahit oldum. Evet, sandığımdan da ileri düzeydeydi ekonomik yapısı.
Aç kimse yoktu. İşsizlik, evsizlik yoktu. Fakat aclık bilmeyen, işsizlik, evsizlik tanımayan halk, manevi bir işkence atmosferindeydi. Ülkenin siyaset, kültür, sanat, seyahat, sosyal kaderini ellerine alan ‘Kurtarıcılar’! her şeyi belirliyor, Proleterya aşkına! bütün uygulamalarını koca bir topluma dayatıyor, geriye toplumun onlara itaat etmesi kalıyordu. Farklı bir ses, muhalif bir renk, eleştiri hep ‘Proleterya düşmanlığına’ yorumlandığı için, cezalandırılıyor ve halkın böylece ülke sorunları için siyaset yapması yasaklanıyordu. Bu gerçeklikle, benim türkiyede okuduğum kitapların coğunun doğmatik olduklarını ve hayatın hiç bir doğamtige sığmadığını anladım. Orada şu önemli düşünceyle tanıştırdın beni:

‘Demek ki, kişinin ya da toplumun ekonomik sorununu çözmek, önemli olmakla birlikte, toplumun tüm esas problemlerini çözmeye asla yetmez. Bir de manevi diyeceğim, sosyal, siyasal, kültürel, sanat, ve insana ait bütün temel değerlerin çözülmesi gerektiğini... ‘’ Ve görüldüğü gibi, sistem çöktü. İnsanın evi, işi olmalı, aç kalmamalı. Fakat bu insan eğer istediği türküyü söylemezse, istediği tiyatroya gitmezse, istediği kitabı okumazsa, İstediği filmi seyretmezse, yanlış bildiği bir yetkili politikacının yanlışlarını özgürce söyleyemezse, onu hazinenin ambarına koysanız da sıkıntısı vardır haklı olarak. Kendisini özgürce ifade etmeyen insan, onurluysa nasıl rahat edebilir?. Orada, ‘ her şeyi ve kişinin düşüncesini esas olarak ekonomik yapısı belirler’ düşüncesinin yetersizliğini, her zaman doğru olmadığını öğrendim. Tamamen öyle olsaydı, sosyalist sistem çökmezdi. Yeterince öyle olsaydı, türkiyede, ekonomik iflazın hayatlarını adeta zehir ettikleri, yoksul düzeyindeki kalabalık, kendilerini bu hale getiren demirelleri, rantcı çetecileri defalarca başlarına kaldıracaklarına yere çalarlardı. Hayat, kimsenin istediği kavramlara, dar plan ve projeler sığmaz. Proleterya, burjuvazi ya da kapitaliz sosyalizm gibi ak ve kara şeklinde değildir. Her olgunun, her nesnenin, her gelişmenin altında bu iki kavramı arayanlar, hayatın kendi ideolojilerine sığmasını isterler. Hayat ideolojilere sığmaz. Topluma ideolojinin resmiyeti giydirildi mi, canı yanmaya başlar. Sonra toplumun sarsılmaması için o lanet sıkı tedbirler, özel kanunlar, sindirmeler, savaş harcamaları gibi çare olmayan uygulamalara ihtiyaç duyulur hep.

İnsana ait temel ve toplumsal sorunları çözme projesinin adının demokrasi olduğunu bana bütün ideolojilerden öte öğrettin. Sığ düşüncelerimi, ideolojik mecburiyetlerin tek seçenek olduğu fikrimi terk ettim. Demokrasi ideolojileri de kapsar ama ideolojiler demokrasiyi kapsamazlar. Çünkü her ideoloji kendi penceresine dünyaya bakar ve kendisi için sadece ‘demokrasi’! ister. Türkiyede resmi ideolojiye göre ‘kendisinin demokrasisi’ var. İşte böyle gülmecelere kalır ideoloji demokrasileri.

X x x x x

Biliyorum, öğrendim, dünyada bütün ırkcılar aynı iplikten örülmüşler, fakat türk ırkçılarının, bunlarında ötesinde bir özgüllükleri var. Çok aşağılık olduklarından, çok komplekslidirler. Ya başkalarının efsanelerini, renklerini, edebiyatlarını çalarlar, ya da başaramazlarsa, pan islamizmi de kullanarak saldırırlar. Her fırsatta, ‘Üstün ve medeniyet sahibi’! olduklarını söylemeye müthiş ihtiyaç duyarlar. Çünkü uygarlıklara saldırdıklarından, kılıçtan başka birşeyleri yoktu.O boşluğu doldurmak için, güçlü devletlere secdeye durmaktan tutalım, iki yüzlü oyunlara kadar, gücü yeteni kendisine benzetmek için, kalleşce kof kahramanlıklar! Yaparlar. İşgal ettikleri yerleri ‘Kurtardık’ derler. ‘Fatih’ terimini açıktan kutlarlar. ‘Fatihleriyle’ övünürler.Bunlar türkiyede çıkar çıkmaz ‘Demokrat, insan hakları’ gibi kavramlara sinsice sığınırlar. Mesela avrupada ‘yeşillere’, ‘sosyal demokrat’ partilere girer, onları desteklerler. Orada yabancı sayıldıkları için, demokrasinin kendilerine lazım olduklarını bildiklerinden, Irkcılıklarını bile gizlerler. ‘Gavur’! dedikleri ülke ve toplumun içinde kaldıkları müddetce sayelerinde para kazanırlar, çalışırlar, türkiye’ye döndüklerinde ‘gavura’! tu kaka derler. Çok iki yüzlüdürler. Kime ‘kardeşiz’ dedilerse, ‘kardeşin’! defterini dürtmekle uğraşırlar. Şimdi bunların en çok ‘kardeşiz’! demeye ihtiyac duydukları halk kürt halkıdır. Ve ondandır en çok inkar edip başlarına bela oldukları halk da yine kürtlerdir. Bir çeşit ‘Alaturka kardeşliği’! işte. Ondandır halkımızın derviş sözlüleri hep ‘allah bizi böyle kardeşlikten korusun’ derler. Bir dönem ‘koministler moskovaya’ derler, bir dönem moskovada bir parça ihale almak için, sıraya girerler. Katliamları ‘şeref ve haysiyetleri’! için yaptıklarını iddia edip bunları bir marifet sayıp övünürler. Viyana kapılarına kadar işgal ettikleri ülkelerin halklarında yedikleri şamarlardan dolayı oralardan silinip süpürülmelerine daha dövünürler. ‘Çinden adriyattik denizine kadar, hedef turan rehber kuran, bir türk dünyay bedel’ gibi hayallerle avunup dururlar. Ellerinden gelse, o bahsettikleri koca coğrafyaları kana boyarlar. ‘islam’ dahil, her şeyi kendi ırkcılıkları için kullanırlar.

Bunlardaki ruhi bozukluk çok derindir. Hiç bir zaman ulaşamadıkları üstünlük psikolojisiyle, çok çelişkili söylemler ederler. Hem çağın ve tekniğin gelişimine aslında uyum sağlamamalarına ve onu hamzetmemelrine rağnen, öyle görünürler. Çağın deyim yerindeyse hem‘içine ederler’! hem de ‘çağı yakalamaktan’! bahsederler. Başka hiç bir ifade ve renge tahammül etmemelerine rağmen, ‘Demokrasi’! den bahsederler. Nereden ve nasıl bakılırsa bakılsın, evrensel değerler için bir kara lekedirler. Güçlüye yaslanmak için ülkeyi ipliğine kadar ‘gavur’! dedikleri devletlere peşkeş çekerler, satarlar, diğer taraftan çok ‘vatanperver’ söylemlerini sıkca kullanırlar. Hani‘Ya sev ya terk et’ dedikleri o sattıkları vatanı, babalarının çiftliği gibi sandıklarından, aslında ‘ya benim gibi ol ya da seni istemiyorum’ demek istiyorlar.Vatanın özgürlüğü ve satılmamasını isteyen ve onun için mücadele eden tüm onrlu insanlara ‘hain’ damgasını yapıştırırlar. Sonra söylemleri tutmayınca, bu ‘hainlerin’! utanmadan edebiyatına, şiirine sanatına sahip çıkarlar. Yani ırkcılıkları için dünyada yapmadıkları rezillikler yoktur. Özcesi, onlar için insan ve insani değerler bir hiç, türk olmak her şeydir. Tanrı insanı değil, ‘türkü korusun’ söylemi bunun ifadesidir. Ne mutlu insanım diyene değil, ‘ne mutlu türküm diyene’! söylemi bu garip felsefenin ifadesidir. ‘bir türk dünyaya bedel’ söylemi yine öyle. Bütün bu güldürücü ve gayri insani söylemler, yirmi birinci yüz yılda, daha insanlığın evrensel değerleriyle birer kara leke olarak yarıştırılacak kadar sahiplenilerek muratsızca sürdürülmektedir. Hitlerden öğrenirler ama hitleri sevdiklerini asla söylemezler. Başka milletlerin ırkcılarını sevmezler.En komiği de onlara ‘ırkcı’ derken, kendi ırkcılıklarını hep gizlerler. El alemin mezalimliğinden bahsederler ama kendi mezalimliklerini normal görürler. Başka ülkelerdeki türkün haklarından bahsederken ‘insan hakları demokrasi hukuk’ gibi kavramlar kullanırlar ama kürtleri inkar etmeyi doğalmış, marifetmiş gibi iki yüzlüce sürdürürler. Bu çifte standartlıgı ve gayri insani alışkanlıgı da yine ‘şeref ve haysiyetleri’! için yaptıklarını söylerler. Saldırırlar ‘Vatan için’ derler, katlederler ‘meşru mudafaa’! derler.

Türk ırkcılarının kısaca, kendilerini diğer ırkcılardan ayıran kimi özgünlükleri böyledirler.

x x x x x

Ömrüm bizler, bizi eğemenlikleri altına alan devletlerden bazı kötü alışkanlıklar almışız. En başta bu uygarlıgın beşiği olan coğrafyamızın her şeyi eğemenlik altına alındığı gibi, anti demokratik davranışları da bize kısmen de olsa bulaştırdılar. Bizim cografyamızdaki farklı mezhebler, kültürler, adetler, renklilikler, zenginlikler, bizlere karşı bolca silah edilip kulanıldı. Bunlar bir bir boşa çıkınca, yeni oyunlar, metodlar geliştirdiler. Hamidiye alaylarından köy koruyucularına uzanan uzun bir kanlı cambazlıklar yolu. El oglu bizim içimizde soyuna düşman keklikler çıkardı. Sonra işleri bitince onları pişirip yedi hep. Çok ‘yeşiller’ gördük biz. Bir de cephemizdeki politik arenada, biribirimize karşı mesafeli, küçük hesaplar, adeta kör oyunu oynadık. Ulusal dava diyoruz ama bundan kendi parti ya da örgütümüzü sadece anlıyoruz. Yandaş parti ya da örgütlerimizin kazanımlarına adeta dudak büküyor, kayıplarına yanlışlarına seviniyoruz küçük ve asla murada götürmeyen egoistliklerimizin aşkına. Politik anlayışlarımızdaki inkara red cevabı verme gibi anlamlı anlayışımzın yanında, bu olumsuz duyguyu da politikada atamadık daha yeterince. Bu da, ulusal birliğimizin kanayan yarasıdır. Çok fedakarlık yapanlarımızın olası yanlışlarını, kimi az fedekarlık yapanlarımız, ya da hemen hiç fedekarlık yapmayanlarımız tarafında bir marifetmiş gibi hep ön plana çıkarılıp sürekli eleştirme alışkanlıklarında sadece el oglu sevindi. Böyle küçük düşünüp sadece eleştiri yapanlar, fedekarlık yapanlarımızın yerine paratikte alternatif olabilselerdi, tabi ki, haklılıkları vardı. Ne var ki alternatif olmaktan yoksun, sadece eleştirirler. Sen bu anlayışın adını kulağıma fısıldamıştın: Lüks siyaseti demiştin buna. Evimiz elimizden alınmış, başımıza yıkılmış, bunun için kendimizi dağlara ateşlere vurmuşuz, kalkıp mobilyaların nasıl yerleştirilmesini, hangi odaya nasıl dekor yakıştıgını tartışmamızın ne faydası var?. ‘Kandan kına yapılmaz’ demiştin ömrüm.

Senden çok şey yaşadım, öğrendim ömrüm. Bunu her fırsatta detaylarına girip aktaracagım.

İlhami sertkaya