imaj.ilhami.jpg

Pircan yaylasi

Home
Düsünce ve Kolay Ezbercilikler
Aynayi Kendine Tutmak
Acayip Seyler
Aliskanliklarin Psikolojisi
Nuray Erenler ve Muratlarina Ermeyecekler
Linç Kültürü
Hiç Olmak
Manzaralar ve Biz
Karerce Bir Isik Yakmak
Bu Bir Borc Yazisidir
Su Insan Kizi de Garip
Karer Siteleri
Tarihin Tarihsizligi-2
Tarihin Tarihsizligi-1
Bulanik Sular ve incik Boncuk
Hallerimizden bazi haller
Durgun Gölleri Karistirmak
Tarih Masal Olsaydi
Kani Yado
Lozan Ve Oynanmis Kaderimiz
Ne gariptir bu Insanoglu
Onlarin Basbakani ve Bizim Amed
Ya Bu Deveyi Güdeceksin..
Eylül Kiran
Mercan Vadisi Denince
1.lüks siyaset
3.Dil yarasi
4.Digisen degistirecek
5.Kendini kemirmek
6.Cewlik bir siir
7.istanbul saldirilari
8.Ensenizi kabartmayin
9.Ömrüme mektuplar
10.Önce evinden
11.Evet pismanim
12.Köln yürüyüsü
13.Aldatilacakmiyiz
2.bin ladin
Ön söz
Anlasilmamak
Sözün bittigi yer
Pircan yaylasi
Cölasan'a mektuplar-1
Cölasana'a mektuplar-2
Cölasan'a mektuplar-3
Garip haller
Newroz adaleti
Tutsak sevgiler
Düsüncenin fay hatti
Durum ve durumlar
Türk devlet dalaveresi ve biz
Nefret
Bayrak ve tahammül
Cewlik bir siirdir simdi

 

 

PİRCAN YAYLASI

 

Kimsenin umrunda değildir bu doğduğum yer. Taş, toprak yığınıdır şimdi. Ve şimdi orası, medeniyetin garip manzarasına sıçan kargaların, karıncaların yeridir. Her şafak, harabelerinde kalmış esmer çocukluğumun izlerini karıştırıyor yılanlar. Mitralyözler biçti hatıralarımın adreslerini. Kalan ömrümü alıp, boğulmamak için yollara, yüksekliklere vurdum. Karer’in ziyaretlerine bağlıydı daha yeni filizlenen umudum. Eski mevzilerin üzerinde yeni izler bırakarak ardımda, yarım kalmış bir düğünün halkasına tutunmaktan başka ancak kenger olabilirdim. Hani kendisine vatanı sorulduğunda, ‘Rüzgara sorun, o bilir’ diyen koyu ve dipsiz yitirilmişlik. Hani hırsızların bogazına kadar çaldığı bir çıplak, kuru vucudun uçurumlara itilmişiği. Ya büyük arayış, ya da deli uçurumlara teslim olmak. Ben kanireş (Karlıova) dengbéjlerinde ilk gömleğimi aldım. Aşiret kavgalarının deli çıplaklıgını orada çıkardım bir parça. Çewlig’in merkezinde, vitrinlerde satışa sunulmuş sahte bir tarihin, yalancı bir edebiyatın, coğrafyanın plastik söylenceleriyle kuşatılmıştım. Ve dairelerde maaşı aşkına inkarımın dosyalarıyla meşgul memurlardan bazıları bana’ devrimci ol, sosyalist ol, solcu ol, fakat kürtçü olma, bu çok başka bir şeydir’ diye ustaca fısıldıyorlardı. Bu ‘Çok başka olan’ olguyu sorguladım, altında koca bir halkın  tarihte yok edilme projesiyle karşılaştım. Şalımı, şapkamı orada giydim. Orada ruhumun bozuk yanlarını savurdum. Kaniya yado’nun öylesine akan bir çeşme olmadığını kavradım. Yado’ya ilk selam duruşum orada başladı. Ötesi düşmeler, kalkmalarla dolu bir hayat içinde, adressizliğimizin adresi.

İncik boncuk oyunu mu? Zar mı tuttum? Siz hangi yanlışlıklardan bahsediyorsunuz daha?. Dünya alem çullanmışken üzerimize, hayvan haklarıyla, doğayı korumakla meşgul olanlar, benim harabeye  çevrilmiş, yakılan, yıkılan yaylamı- yaylalarımı görmediler. Bok yediren hukuktan, çıkarlarının sessizliğine gömüldüler. Petrol, adaletten daha kıymetliydi onlar için. Lahet adalet divanındaki trajedimizin dosyaları paslı raflara itildi. Cesetlerimizin fotoğrafları kolleksiyon hobilerinde, göz zevkleri için sadece serildi.Uğruna yandığımız ‘dostlar’, bizim için kılını kıpırdatmadılar. Biz yine de bu ‘dostlarımızı’!, sevdik bir türlü. Yakınmak, duygusallık, dosluk ve hatır gibi kavramlar yoktur politikanın alfabesinde. Ne de sosyalistlik, kapitalistlik...Bu acı gerçeği, fırtınalardaki ömrüm ve tarihimiz ispatladı. Arasın ötesine geçerken dost sanılanın kurşunlarıyla karşılaşan İhsan Nuri paşa’dan öğrendim gerçekci olmayı. Sovyetlere geçmek zorunda kalan Mele Mıstefa barzaniniye yapılan muamelede, ırak kürdistanına atılan mig ve şahoy yapımı bombalardan bildim. Mahabat cumhuriyetinin yıklış manzarasından okudum. Ünlü katiller olan Talat ve Enver paşalara kapılarını bir kapitalist, bir de sosyalist sistem açmıştı. Gün geldi, puşt dünya kenya’da bütünleşti. Bizlere karşı yapılan linç gösterilerine ‘asayiş kemal’! diye fısıldandı. Kendilerini dağa vuran on binlerce insanımızın aşkını görmek istemediler. Kelle koparıp üzerinde poz verecek kadar insanlıkla alay eden sadist ruhlulara ve on binlerce insanımızı katledenlere çıkarları için ‘adalet paydos edilirken’  bir kaç yüz insanı katletmekle sorumlu tutulan Miloseviç’e ‘adalet’!i çalıştırdılar. Ben neden bahsediyorum? Kimin umurundadır benim doğduğum yaylanın insansız harebeleri?. Övündüğüm, dövündüğüm yok. Kimseyi suçladığım yok. Sadece bu puşt dünyada politika yapmak için gerçekci olmak zorunluluğuna işaret diyorum. Akıllı olmak başka, gerçekci olmak başka. İyi ki filsitinde ölmediğimi şimdi düşünüyorum. Halepce katliamcılarını destekleyen filistin için yani. Saddamın askerleriyle gönüllü olarak güney kürtlerine karşı savaşan şu filistinliler yani. Ve ortadoğuda bir tek israil başından beri çıkarının uyuşması geregi kürtlerin devlet kurmasını isterken, ben hep ‘Hayır hayır sen düşmanımsın’ deyip habire yetmiyormuş gibi düşmanlar icad ediyordum. Fakat türk devletinin bütün bir şeytanla itifaklar kurduğunu, çok yönlü ilişkilerle yandaşlarını coğalttığını, o lanet hukukunu onlara çıkarlarının uyumu geregi onaylattığını acemice seyrediyordum.Ve en komigi de yine türk devletinin bize ‘Dış güçler kışkırtıyor’ diye alay edercesine propaganda yapmasıydı.Daha da komigi, bizim de adeta yemin billah ederek, bu koroya katılan ‘sosyalistleri’,’aydınları’ ikna etmeye çalışıyorduk.

Bizim türk devletinin kurduğu ilişkilerden dolayı yanına aldığı güçlerin hiç olmazsa az bir kısmını yanımıza çekebilseydik, o kadar gerçekci olabilirdik. Dünya alem, toplumsal problemlerini kendi lehine çevirmek için neler yapmışsa, biz de öyle yapmak için uluslararasında gerçekci politikaya ulaşsaydık, aldığımız yol, katettiğimiz mesafe bu günden daha bir ilerde olabilirdi. O çok konuştuğumuz Mao, Stalin, Lenin, Enver hoca hedeflerini daraltmak için kimlerle itifak kurmak istemedilerki..onlara olağan olan gerçeklik, ne hikmetse bize anormal görülüyordu kimi’Bizimkiler’ tarafında.

Şimdi kimsenin umursamadığı Pircan yaylasının insansız hareberinden sözü açarken, bazı hallerin kısa bir düş turuna çıktım. Bazen annem  konunun dışına çıkarken, zazacasıyla derdi ki’ Lacé mın ez névana derdé mın vano’. (Oğlum ben söylemiyorum derdim söylüyor).

Gerçekten de öyleymiş sevgili okurlar. Ben değil derdim söylüyor.

Yanlış mıyım?

Siz söyleyin.

İlhami sertkaya