Tarihin Tarihsizliği.1
İlhami
Sertkaya
Sonra bana-bize ‘kardeşlik’e dair bir edebiyat anlatırlardı ama
benim-bizim içinde olmadığımız. Sonra bana-bize dil dersleri verirlerdi ama
benim-bizim dilimizin içinde olmadığı...
Siz buna ‘talihsiz tarih’ de diyebilirsiniz. İkisinde de, tarih bir feci
çelme ‘yemiş ve sahiplerinin dili, kalemi, duygusu, düşüncesi, yazısı,
tayini, gerçekliği değil başkalarının yazdıkları ile ‘bilinir’. İşte
bu
durum, Tarihin, ve sahibi olan halkın, milletin en büyük felaketidir. ‘Kendi
tarihini başkalarının yazdığı bir halkın vay haline’ söylemindeki ‘yaman’
gerçeklik, kimselerin başına gelmesin. Orada düşler paramparça olur, orada
gerçeklikler anlaşılmasın diye, bütün eğemen imkanlar, kompleks, ekonomik,
sosyal, psikolojik, yazım, askeri, idari her şey, ‘çelme yemiş’ tarihin
‘tarihini hiç ‘bir şey’ etmek için seferber olmuş. Ne aranırsa, orada var
sadece ‘siz’ yoksunuz. Söylemlere, bilince hakim olmaktan başka işi olmayan
bu ‘çelme’ sahiplerinin dayattıkları hayırsızlık, ‘sizi sizden’ alır
‘size’ düşman eder de, kendi kendinizle kavga ettiğinizin tersliklerinin
anlaşılması için nice zaman geçmiş olmak zorunda kalır.
İşte bu geçen zaman, ‘çelme yemiş’ tarihinin çocuklarının zamansızlıklarıdır
ya da çok anlamsız, çok kendisinin olmayan zamanlarıdır.
Sanırım ‘llk kurşun’ teorisi de bu gerçekliğin ifadesidir. Çocukken belli bir
yaşa kadar bu tarihsizliğin çocuğuydum. Yani ‘çelme vurulmuş’ bütün
gerçekliklerimizin ‘bilinçsiz üşmanı. Yani dayatılan ve bizi bizden alan-çalan
tekçilik olgusunu ‘medeni, uygarlık, insani’ diye beyinlerimizi bütün hızıyla
dolduran tersliklerin çocuğu. Bana, bize ait bütün değerlerin düşmanıydım.
Türkçe öğrenmenin, bilmenin ‘medeniyet’! olduğuna öyle inandırmışlardı ki,
bana bu ‘çelmeciler!!’ Anadilimi konuşmanın öyle ‘kötü, medeniyetsiz,
görgüsüz, cahil’ olduğunu bana inandırmışlardı ki, bu kuytuluklarımızın
taşlarının adını bile değiştirenler…
Sonra bana-bize ‘kardeşlik’e dair bir edebiyat anlatırlardı ama benim-bizim
içinde olmadığımız. Sonra bana-bize dil dersleri verirlerdi ama benim-bizim
dilimizin içinde olmadığı. Sonra bana-bize coğrafya dersleri verirlerdiama
benim-bizim coğrafyanın içinde sayılmadığı. Sonra kültür, sonra
yurttaşlık,sonra vatan, sonra kimlik dersleri verdiler ama hiç birinde
benim-bizim içinde olmadığı.
Sıra asayiş derslerine gelince;baktım ki tarihimin üzerine kurulmuş bir
inkarımızın asayişinden bahsediliyor.
Artık kardeşlik mi, aydın olmak mı, entelektüel olmak mı, hümanist, hoş
görülü, toleranslı, demokrat olmak mı? Onların, yani tarihimize çelme
vuranların, yani tarihimizi ve talihimiz yazanların belirledikleri çerçevede
olmalıydı…
Artık her şeyden bahsedebilirsiniz, mesela bütün dünya ülkelerinin
isimlerinden kültürlerinden, kimliklerinden dillerinden... Hatta o
dilleri, kültürleri bilirseniz ‘entelektüel, evrensel, aydın’ diye
övülürsünüz. Fakat bir ülke, bir halk, bir kimlik, bir dil var ki, sakın
ondan bahsetmemelisiniz. Evet sadece, ama sadece ondan bahsetmemelisiniz. O
dilden eğitim hakkından, o ülkenin adından, o tarihin sahiplerinden, o
kültürün özgürlüğünden asla bahsetmemelisiniz, Çünkü sövülürsünüz, adınız
‘teröriste, bölücüye, cehalete, hak hukuk düşmanına’ çıkar. Mesela Kıbrıs’tan
bahsedin, yarım milyon Türk’e devlet hakkını savunun, mesela dünyanın
neresinde Türk varsa’ onların hakkından bahsedin. Mesela ‘yaşasın’ deyin
ulusların kurtuluşlarına’. Yaşasın deyin Filistin kurtuluş davasına,
‘haklıdır deyin Monika’. Korsika, Afrika, Dofar, Timor’a yaşasın deyin. Fakat
bir ülke... Evet sadece bir ülke var ki, yaksalar köylerini, yıksalar
damlarını, sürseler insanlarını,’beterin beteri’ sanki varmış gibi, sadece
‘beterin beter var’ deyip ya sessiz kalın, ya ‘oralı olmadan’ başka bu
acıları ve yaşatanların zalimliklerini sakın yazmayın… Başka şeylerden bahsedin.
Ne bileyim, mesela genel geçer şeylerden… Yapraklardan, kuşlardan, akan
suların nasıl coştuğunu, bir çocuğun nasıl koştuğunu… Biraz da hani sizi
okuyanlar var ya... Onlara bazı detaylar, süslü sözler kulanın ki,’kibarlığı’
ve entelektüel birikiminizi takdir etsinler…
Fakat bir ülke var ki, evet... Sakın ondan bahsetmeyin. Adını bile anmayın.
En trajikomik olanın, o ülkenin sizin ülkeniz olması...
Çünkü bu ülke tarihinden vurulmuş,bütün değerlerinden kuşatmalara alınmış.
Onun için ondan bahsetmeyin çok zor... O dilden yazmayın ‘kazanmazsınız!’
O kültürün zenginlikleri mi? Sadece size dayatılmış dilden ‘selam Gönderin.’
’Biz kardeşiz iç içe girmişiz fark etmez, önemli olan insandır,’gibi, o
ülkeyi inkar eden yakan yıkan zalimlerin de zaten kendilerine dokunmadıkları
için ‘sevdiği‘ söylemlerdir bunlar.
Bulgaristan’da,Yunanistan’ da başka bir uzak diyarda Türklerin hakkı mı
kısıtlanmış?
Ve bu ülkeyi bütün değerleriyle inkar eden yasaklayanlar o uzak diyarlardaki
Türklerin hakkını hukukunu savunmaktan mı bahsediyorlar? Sakın onlara iki
yüzlü demeyin, dönün dolaşın mesela ‘iki yüz kaç yüz eder’ gibisinden
‘sıfır elde sıfır’ yazılar yazın.
Kendinize vurun, başkasına vurun ama sakın bu ülkeyi cehenneme çevirenlere
dokunmayın.
Bir ülke var ki…sakın ondan bahsetmeyin. Bu ülkenin mesela Dersim Karer diye
yerleşim birimleri olsun. Günün birinde ‘Bimlom’ ismiyle bir site olmuş
olsun. Bir kişi mesela jeolojik, astrolojik sorunlarını, uzay sorunlarını
değil de, hani biraz sizin ve bu adı yasak edilmiş ülkenin sorunlarına az çok
değinsin, hani o Laz fıkrasındaki gibi adeta ’el aleme’ bir şeyler anlatsın
ama bir türlü kendi gerçekliklerine yanaşmasın, bir türlü dönüp dolaşsın ama
adını koymasın kendisinin ve o ülkenin gerçekliklerine. Ve ben de
mesela ‘artık İstanbul’a gel’ mahiyetinde, ‘artık kendine gel, kimsin,
kimliğin, dilin, kültürün nedir, biraz bunlardan bahset’ demek istesem...
Sonra o ülkenin her şeyi gibi yasak edilmiş dilinden yazsam mesela… Bu dilin
bazı çocuklarından beklenmedik itirazlar değişik tondan yükselse, biri
‘anlamıyoruz kaldırın şu dilin yazısını dese... Bir diğeri zaten kendisini
kendisinden çalmış o karanlık yanlışlıkların kurbanı olarak, bilincine
yerleştirilmiş yanlış kinin, kızmanın kurbanı olarak ‘ben zaten Türküm bu da
benim anadilim değil’ esprisiyle itirazını yapsa… Ve sonra biri yine ‘sanki
kişisel sorun, arazi arsa sorunu’ varmış gibi hani ‘mankul’ olduğuna dair
yazdığı cümlelerin içine un serper gibi ‘sükuneti’ sağlayan espriler yapsa ve
‘sakın yanlış anlamayın’ türünde, bu demek istediğimin adını koymayın
yoksa üzülürüm’ dese… Bir diğeri mesela o ülkenin bir yetim çocuk gibi
tarihin kenarında durup sahiplerinin kendisini elerlinden tutmasını bekleyen
dilinden dersler verse ve bundan kalkarak başlayan bir tartışmaya ‘sakın batacak
bu site’ şeklinde itirazını yapsa… Ve zaten sanki ‘batmayan’ bir şeyi kalmış
gibi bunu tekrarlasa, hatırlatsa… biri de ‘bu site eğer benim anadilimden
verilecek dersler için batacaksa batsın’ gibisinde anlamlı itirazını yapsa…
Bu, ‘çelme vurulmuş’ bir tarihin çocuklarının paramparça edilmiş düşleridir.
O yüzden biri ‘durgun gölleri karıştıralım’ derken, bir diğeri anlamıyormuş
gibi, bir başka başlıkla ince itirazını yapmaktadır; ’Durgun göllere dalmak
değil de yarınlara bakmak’ gibi, sanki geçmişi olmayanın geleceği olacakmış
anlamında çağrışım yapsa…
Hiçbir halkın milletin kendi esas temel değerleri olan dilinin, kültürünün,
kimliğinin, edebiyatının, kültürünün ‘varmı yok mu?’ ya bütün bu değerlerinin
özgürlüğünün ‘ama’lı fakat’lı’ ya da ‘evet-hayır’ ikileminde tartıştıklarına
bir tek ‘Allah’ın kulu şahit mi? Lütfen bilen, gören,duyan söylesin.
Tabi yer yüzünde bir tek ülke hariç…
Yani bizim ülkemiz... İşte bu, zincire vurulmuş bir tarihin çocuklarının
düşlerinin paramparça olmasıdır…
Bunları dile getiren birilerinin susturulduğu ve susturmak istedikleri yer
aslında batar. ’Sözün bittiği yer’ burasıdır. Sözü susturanların asla
muratlarına ermediğine insanlık çok şahit oldu. Eğer daha bu gerçeğe
inanmayan varsa, ekonomisiyle, zihniyetiyle, sosyal ve toplumsal yanlarıyla
dibe vurmuş, krizden krize sürüklenen, Kapı kapı dilenen, yamalarının
dikişleri bu zihniyetten dolayı asla tutmayan, hemen her gün komik
açıklamalarla gülünç duruma düşen bir devletin haline bakın…
Çünkü ‘sözü susturuyorum, bitiriyorum’ demekle söz susmaz.
Sözden korkmamak lazım ‘Çok tehlikelidir sözün bittiği yer’ demiştim bir
makalemde... Kendi fikirlerine güvenmeyenlerin işidir yani demek istemiştim.
Biz yine de, ‘tarihine çelme vurulmuş, o tarihin çocukları olarak, paramparça
da olsa düşlerimiz, o çok bahsedilen demokrasiyi, tolerans kültürüne
ulaşmayı, tahammül erdemliliğini kendimizden başlatalım, bunu becerebiliriz
ne dersiniz?
Buyurun söz sizin…
İlhami Sertkaya
21-08-2005
|