DİL YARASI 17/05/2002
Her sorunun kendi kendi kapsamı
vardır. Olumlu ya da olumsuz yankısı, kapsamını etkiler. Bir agrım olduğunda, sadece ben
çekerim. Sadece ben düşlerimin girdi çıktılarıyla ilgiliyim. Şu an elimde alınmış
dilimin bedeli olarak türkçe yazmamın, kendi anadilimin kıvamını, özgül detaylarını, esprilerini,
akıcılıgının bana verdiği mutluluktan yoksun olmamın,ona hasret duymamın duygusunu
yaşayarak çekiyorum. Fakat işte bu hasret, bu duygu sadece benim degildir. Çünkü dil, sadece benimle ilgili degil.
Bir toplumun,bir ulusun, halkın sorunudur. Onu konuşan, ona ait olan her kesin sorunudur. Ulussuz, halksız
dil düşünülemediği gibi,dilsiz ulus, halk da düşünülemez. Ulusların, halkların tarihinde en büyük
ve önemli olgunun dil oldugunu söylersem abartmış olmayacağımı
düşünüyorum. Çünkü dil, sadece sanıldığı gibi bir iletişim aracının da ötesinde,
adeta bütün halkın, ulusun renklerinin simgesidir.
Dilsiz edebiyat, kimlik, kultür,
ya olmaz, ya da yok olmaya yol alınan bir eksikliktir.
O zaman şunu sorabiliriz:
Dil biterse ne kalır? İşte karşı karşıya kalınan trajedi bu gerçekliktir. Var olmak
ve yok olmak sorunu işte böyle dile endekslidir. Fiziki imhaların yanında, kültürel imhaların dayandığı
alan dildir. Kızıl kıyamet dil için koparlıyorsa, önemi anlaşılmalıdır.Türkiye cumhuriyeti
daha kuruluş aşamasında, o bölük pörçük bütçesiyle, ekmeğinde olma pahasına kürdistanda okullar açıyordu. İlk dile saldırmaları, ilk ‘yok edilişin
‘uygulanması gereken ilk planıydı. Jandarma ve okul, bizim coğrafyada inkarcının biribirini
bütünleyen simgeleridir. Jandarma, inkarımızın fiziki imha ve ‘sükünetinin’, okullar da, kültürel
imhanın simgesidir.
Dil, düşünmeyle direk ilgilidir.
Hangi dili konuşuyorsanız, o dilce düşünüyorsunuz. Düşündüğünüz dilin rengini taşır, onun
edebiyatını üretirsiniz. Bir dil ile başka bir dilin edebiyatı olmaz. Dilini konuşmayan, konuşamayan
bir insan, ulusal ruhunun duygularını gerçek anlamda yaşayamaz. Onun ile ulusal ruhu arasına mesafeler
girmiştir. Dili, beyin ile direk olan ilişkilerinde koparılmıştır. Beyin ile direk ilişkilerinden
koparılan dil, beraberinde ulusal gerçekliğinde, ruhunda, kimliğinde, edebiyatında, kültürünün duygularından
da zaman içinde kişiyi, toplumu mesafelendirir yok oluşa doğru sürükler. Tarih, bu aşamada terse döner.
Toplumun, ulusun manevi yolu, bu aşamada kesilir. Edebiyat, kültür, kimlik, bu aşamada yara alır. Çünkü bütün
bunların anahtarı olan dil, yara almıştır. Ancak dilin gelişimi, kulanım seviyesi kadar
edebiyat yapılır. Kürt halkını inkar eden devletin, öncelikle dile saldırması bundandır.
Kürdistanda ‘türkleştirme merkazleri’ planından günümüze kadar o dönen dolaplar, planlar, projeler dilimizi
yok etmek içindir hep. Fiziki imha ve kültürel imha atbaşı yürütülmüştür.Çanakale, iç anadolu, ege, gibi toprağından
göç ettirilp oralara insanlarımızı yerleştirmenin başka izahı var mı?. Dillerinden kopulacaklar,
türkçe içinde eriyecekler. Böylece kendi gerçeğinin duygularından uzak kalcaklar.Kürtçeyi bilmeyen, kendi ulusal
gerçekliginin tarihinden, kimliğinden, kültür ve renginden uzaklaştırılmış ve ‘oralı’
olmayan bir kürt, artık kültürel imhaya uğramış demektir.Yani artık kendi ulusal gerçeği için
bir şey ifade etmeyecek ve anlamsızlaşmıştır.İşte göç ve sürgünlerin, devletin kültürel
imhadan amacladığı bu plandır. Çünkü o kürt,
artık
kendisi için değil, kendisini inkar edip adam yerine bile koymayan devlet içindir.
İşte bu serüven dil ile
başlar.İnsanın kendisini bitirmesi ya da bitirmemesi de dil ile ilgilidir.
X
x
x
x
Bir halka zoraki dayatılan
başka bir dil, kompleksini de beraberinde getirmektedir. Burada psikolojik aşama devreye giriyor. O ‘üstün’
diye lanse edilen dil, artık adeta ‘medeni’!, ‘uygar’! ‘çağdaş’! olmanın
kıstası olarak şırıngalanıyor. Annem zazaca, kürtçe konuşurken utanduğım garip
ve aşağılık kompleksin param parça ettiği bir çocukluktan geliyorum. Bizim coğrafyanın
çocukları,aşağı yukarı böyle komplekslerin lanet tuzaklarından geçmiştir. Çalınan
değerlerimin bilincine vardığımda, bitirilişimin sürecini durdurdum. Yıllarca bu bitiriliş
trajedisinin dudurulması çabasında bulunurken, hemen bütün teorik faaliyetlerim yine türkçeydi. ‘Anadilimin
yarasını sarmalıyım’ derken, bu satırlar gibi türkçe konuşuyor, türkçe düşünüyordum.
Oysa anadilimin yaşatılması, gelişmesi başka bir ‘dille dile getirmekle’ olmazdı.
Öyle yaptım ve inkarın bütün içime yerleştirilmiş kırıntılarını söküp attım. Kürtçenin zazacanın , eğitimini aldım.Şimdi yazıyor konuşuyor
okuyorum. Kendimden başladım, evde başlattım, çevremde kullanıp, günlük hayatıma yerleştirdim.
Son haftalarda kürtçe eğitim
kampanyası ile ilgili türkiyede koparılan gürültülere, göz altına almalara, gülünç açıklamalara bakarken,
dikkatimi iki olgu çekti en çok. Birincisi, sanki bu sorun yetmişi aşkın yıldır yoktur da, yeni ‘gökten
inmiş’ gibi göstermek isteyenlerin aldatmacalı gariplikleri. Bunlar anlaşılıyor. Dile tahammül
etmemenin rezileşme pahasına sürdürülen mantığa bakmamız bile,dilin ne kadar önemli olduğunun
göstergesidir. Boğazlarını yırtanlar, kendilerini adeta kaldırıp yere çalanlar, parlementoda
Clinton’un ingilizcesini alkışlayıp, Leyla zana’nın kürtçesini hapse tıkıyorlardı.
Resmi ideolojinin üzerinde oturduğu inkar politikacıların, ‘çağı yakalmak’ söyleminin
yanında ne kadar gülünç oldukları, insanlık nezdinde nasıl büyük bir ayıbı alınlarında
taşıdıkları pek umrunda değildir. Gıdalarının besinleri olan türk şövenizmi,
başka diyarlardaki türkler için ‘dil hakkı’ ‘kültür hakkı’ gibi insani değerler
nezdinde hiç bir humanistin karşı çıkamayacağı hakları savunduklarında, kendileri için
istediklerini kürtlere sıra gelince yakayı ele verecek bir dönme dolap cambazlıklarının profilini
çiziyorlardı. Önceleri ‘kürtce diye bir dil yoktur’ diyenler şimdi sözlerine sahip çıkamazken,
yeni gerekceler bulmakla ‘akıllı’ olduklarını sanıyorlar. Bu kez ‘Bunların
niyetleri başka’, ‘Elini versen kolunu isterler’ gibi numaralar. ‘El kol’ pek bilmem ama,
dil, insanın doğarken tercih edemeyecek kadar insana ait bir haktır.Ne hatırlara gelir, ne de ideolojilere
sıgar. Bunların ötesinde tüm bir halkı, ulusu kapsayan bir haktır. Siz inkarcılık yaparken,
rant dolapları çevirirken, ‘susurluk adaletlerini’ sergilerken bile türkçeye ihtiyacınızın
olduğunu unutuyor olamazsınız. Hırsızın da, sahtekarın da, devrimcinin de ,profesörün de,
öğretmenin de, her meslekten ve renkten insanın da dile ihtiyacı var. Bu bir parti, bir sendika, bir gelir
geçer düzeltim, bir ideoloji işi değildir. Bunu kasten kürtlerden bir partiye, PKK ye mal etmenizin altındakı
sıkıntılarınızı anlıyoruz. PKK olmadan da kürtlerin yasakladığınız
dili vardı .PKK olmasa da olacak.
Amacınız, yetmişi
aşkın yıldır yaptığınız gibi ‘Hem üzümü yemek, hem bağcıyı dövmek’tir.
Kendin için ne istiyorsan başkası için de onu isteyecek kadar insani değer yargısına ulaşacak
kültüre erişilmediği müddetce, hep ‘Hassassiyet’ tiyatrolarına ihtiyac duyulacaktır.
Peki efendim sizin ki ‘hasassiyette,
bizimki ne? Her dil, insanlığa armagan olan bir kültür kanalıdır. ‘Hassasiyet’ diye bu kültür
kanalından yararlanmak yerine, onu köreltmek isteyen, yasaklamış bir mantığın ardında duran
birinin, insani değerlere sahip olduğunu izah eden bir kişi varsa yer yüzünde, söyleyin.
X x x
x
Bizim yaralı coğrafyanın
aydınları, dayatılan inkara karşı toplumsal, ulusal örgütlenmelerde yürüttükleri faaliyetler gibi,
kişisel olarak da, önemli sorumluluklarını yerine getirmek zorundadırlar. Evet, dil bir toplumsal, sistematik
ve özgür eğitim sorunudur. Fakat, ulusal, toplumsal sorunlarımızın temel çözümü olan ve özlem duyulan
bu aşamaya ‘önce ulaşalım sonra zaten her temel sorunumuz gibi dil sorunu da çözülür’ gibi bir
mantıkla ele alınamaz.Bu anlayış, kanımca bilerek ya da bilmeyerek kişinin kolaya kaçması,
kendisini kandırmasıdır. İçinde biraz da kompleks duygusu vardır. Oysa dili yaşatmanın
yeri ve zamanı yoktur adeta. Dilimizin inkar politikasını sürdürenler, dil konusunda pek de duyarlı olmayan
bu kesim insanlarımızın konuşamadıkları, ya da bölük pörçük konuşabildikleri kürtçeyi örnek
gösterip, dilimizin ‘ ihtiyaca cevap vermediğini’! ya da ‘kendileri bile konuşamıyorlar’
türünde, her alanda olduğu gibi, bu alanda da zayıflıklarımızı kullanıyorlar. El oğlu,
bu manzaraya sebep olan marifetin kendileri olduğunu bilmeyecek kadar aptal değil. Sorun, her alanda kendilerine
koz bulabilecek zayıflıklarımızda yaralanmaktır. Anadilimizi konuşabilen, onu okuma, yazma ve
günlüğünde kulanan bir insanımız, kendi şahsında inkari bitirmiştir. İşte dil yarasını
sarmak, dilimizi ilerletmek için, inkarı kendi şahsımızda bitirebiliriz. Her kes kendisine sormalı:
Ben dilimin yarasını kendi şahsımda sarmış mıyım? İnkarı kendi şahsımda
bitirmiş miyim?.
İzninizle, içinde bir çağrı
mesajı da taşıdığına inandığım bu konuya dikkatleri çekmek istedim.
Sadece ‘roj baş’
ve ‘şev baş’ la bu yarayı saramayız.
Yara, bir bütün olarak dil yarsıdır.
İlhami Sertkaya
|
|