imaj.ilhami.jpg

Hiç Olmak
Home
Düsünce ve Kolay Ezbercilikler
Aynayi Kendine Tutmak
Acayip Seyler
Aliskanliklarin Psikolojisi
Nuray Erenler ve Muratlarina Ermeyecekler
Linç Kültürü
Hiç Olmak
Manzaralar ve Biz
Karerce Bir Isik Yakmak
Bu Bir Borc Yazisidir
Su Insan Kizi de Garip
Karer Siteleri
Tarihin Tarihsizligi-2
Tarihin Tarihsizligi-1
Bulanik Sular ve incik Boncuk
Hallerimizden bazi haller
Durgun Gölleri Karistirmak
Tarih Masal Olsaydi
Kani Yado
Lozan Ve Oynanmis Kaderimiz
Ne gariptir bu Insanoglu
Onlarin Basbakani ve Bizim Amed
Ya Bu Deveyi Güdeceksin..
Eylül Kiran
Mercan Vadisi Denince
1.lüks siyaset
3.Dil yarasi
4.Digisen degistirecek
5.Kendini kemirmek
6.Cewlik bir siir
7.istanbul saldirilari
8.Ensenizi kabartmayin
9.Ömrüme mektuplar
10.Önce evinden
11.Evet pismanim
12.Köln yürüyüsü
13.Aldatilacakmiyiz
2.bin ladin
Ön söz
Anlasilmamak
Sözün bittigi yer
Pircan yaylasi
Cölasan'a mektuplar-1
Cölasana'a mektuplar-2
Cölasan'a mektuplar-3
Garip haller
Newroz adaleti
Tutsak sevgiler
Düsüncenin fay hatti
Durum ve durumlar
Türk devlet dalaveresi ve biz
Nefret
Bayrak ve tahammül
Cewlik bir siirdir simdi

HİÇ OLMAK


İlhami Sertkaya

 


 
Ahlak, terbiye, insani değerler, iç güdüler ve bunlardan çıkan değişik duygular...  maneviyat denilen olgunun, erdemlilikleri kapsama, insan gelişiminin, akıl evriminin günümüzde vardığı boyut... aynı çağı ve günü yaşamamıza rağmen, insanlığın bizlere sunduğu güzellikleri, ispatladığı çirkinlikleri, kötülükleri görmemize, yaşamamıza, okumamıza rağmen, biz neden insanlaşmamışlarla aynı iklimi solumaya kalmışız? Devlet olmanın illet olması zorunluluğu yok. 'İnsanım' diyenin,  illetleri desteklemem zorunluluğu olmadığı gibi...



Peki neden 'insan' bu kadar insanlıktan uzak, bu kadar aptalca kandırmaktan, toplumu hiçe saymaktan zevk alabiliyor? 'Devlet' olmak ya da 'onun yetkilisi, görevlisi' olmak' vatandaşım' dediği, 'iyiliğinden, sağlığından, güvenliğinden sorumluyum' dediği 'yurttaşı’nı öldürür,  asar keser, toplu mezarlara gömer mi?'
 
Gömer...
 
Neden? Çünkü Asya destpotik kültüründe, güçleşen her merkez, kendisini güçlendiren  müritlerin sayesinde güçleşiyor da ondan. Kaba ve 'baba' geleneğinden, insanlığın değerlerini ayaklar altına almayı 'meslek'ten sayan, bununla 'adama helal olsun götürüyor malı' diye övünen hiçleşmişlerin, insanlaşmış değil de 'vatandaşlaşmış' oldukları bir toplumda, bütün hepsiyle, dalga geçen, küfürler eden 'Agar'ların 'siyaset efendisi' olmalarının şaşılacak bir yanı yok. Küfür ve hakaretleri, (af edin) sadece 'iki bacak' arasında ibaret görenlerin, düşleri de sadece oralar da oldukları için,  onuru,  haysiyeti, erdemliliği, kişilikleşme değerleri zaten tahrip edilmiş oldukları bir geleneği yaratan ve yarattıkları ucubeler, kendilerine,  onurlarına küfür eden 'adamları' 'kurtarıcı' gibi his etmelerinin temelinde,  işte bu insanlaşmamış Asya mürit kültürü var.

Bu kültürde 'Demrel'ler, Agar'lar, Susurluk'lar,  jıtem'ler, çok çıkar. Yumurta gibi 'rafadan' değil, 'kafadan' darbe yemişlerin, kafalarını ve 'akıl'larını yatırdıkları 'Susurluk' sistemlerinin çete adaletçi'lerini övmelerinin gerekçelerini leylek gibi tekrarlayan paslanmış zihinlerin egemenlikleri altında,  ve bu garabetlerle birlikte aynı iklimi daha ne kadar birlikte soluyacağız?

 
Jöntürk diyarının 'kurtlar vadisinde',  düşlerini üç beş söylemle, hayatlarını soygun ve ', iş bilir' talancı ve yalancı 'abi'lerinin 'kurtarıcılık’larına bağlamaktan başka bir şey bilmeyenlerin toplumunda ne insanlık ne de yurttaşlık bilinci yok. Bu aptallaştırılmışlıkların üzerinde saltanatlarını sürdüren 'abi'lerinin, verdikleri her demeci, attıkları her nutku, 'kutsal' gören o körelmiş ruhun hayırsız tezgahında, kıstası insanlığı değil, bu kirli-kanlı-amir-memur takımını savunma olarak algılatılan aptallaştırma derslerinde bolca mezun edilenlerden topal Osmanlar, Susurluklar, Yeşiller, Ağarlar, hırsızlar, Yahya ihaleleri, Hizbullah filmleri, toplu mezarlarıyla Şemdinli vahşetçileri çıkmaz da ne çıkar?

Çok mu tuhafınıza gitti 'vatandaş'ına bomba atan yetkilinin zora düşünce Agar'ı telefonla araması..? Çok mu anormaldi bunu Ağar'ın övünerek söylemesi?

Siz bu toplumu bir 'hiç' yerine koyan 'hiç'lerin yönettiklerini daha bilmiyor olabilir misiniz? Eğer daha öyleyseniz beni okumayın size söyleyecek hiç bir sözüm yok çünkü 'bir hiç'siniz. Ben,  Demirel (...) ailesini yedi kez alkışlayıp iktidara taşıyanlara, sayıları daha bilinmeyen insanları katleden Agar'lara alkış çalanlara, Korkut Eken'leri, mehter takımı ile karşılayanlara, suçlarıyla ortaya çıkmışları 'iyi çocuklardır' diyecek kadar insanlıktan nasiplerini almamış terfili-terfisizlerin adaletin, hukukun içine 'edenler'i 'adamdan' sayan 'adam'lara diyecek sözüm yok.
 
Cümle Saddamlara ve Saddamcılara hiç bir söz 'sökmez'. Ama bir şeyler 'söker',  hem de kökünden. Kaderlerimize müdahale etmiş bu pislikler kökünden sökülüp atılmayınca, bu (...) hilelerin utanmazlıklarının  bizlere kısmen de olsa maalesef alıştırdıkları 'vurum duymaz' ve siyaset, edebiyat, şiir, felsefe diye 'oralı' olmayan ve olmadıkları için de, pek anlamlılıklar ifade etmeyen, 'geyik sohbet'leri devam ettikçe, 'susurluklar, yeşiller, yakmalar, yıkmalar' da devam edecektir.
 
Neredesiniz...?
 
Neyi konuşuyor ya da hangi kişisel 'ben sen' hesaplarındasınız? Bu tepeden tırnağa insanlık nezdinde suçlu olanlar, insanlığınıza egemen olmuş kadar siz de sinmiş ya da korkuyor musunuz? O kadar mı kendinize yazık ettiniz, ediyorsunuz? Üç maymunları mı oynuyorsunuz? Bilmediğiniz, görmediğiniz, duymadığınız bir şey mi kaldı? Ya yeni bir 'Şemdinli, Susurluk' diye 'iyi çocukların' yeni 'iyiliklerinin' mi merak etmekle yetiniyorsunuz?

Öyleyse bütün bunlara müstahaksınız...

Bari, kim olursa olsun, birilerinin gelip başka sadamlıkları, bütün pislikleriyle devirmesi gibi, bunları da dua edin eğer elinizde bir şey gelmiyorsa... Bari gazetesini almayın, dükkanında alış veriş yapmayın.

İsmail Beşikciler, Haluk Gergerler, Ahmed Altanlar gibi onurlu bir avuç insan dışında kalanlar bir hiçtir, bari siz bu hiçlikte 'hiçleş'meyin.

Varto depreminde, depremzedelerin durumu ile ilgili bir gazetecinin sorusuna; 'Anlayamadığım hayvani sesler çıkarıyorlardı' diyen Menteşlerin yetkili olduğu bir devleti, insanlık karşısında 'meşru' sayanlar, ve bu söylemleri sadece 'kişi'ye yoranlar, sitemleşmiş kirliliği anlamaktan zorluk çekerler. 'İnsanım' diyenlerin tüylerini hareketlendiren JITEM itirafçıları karşısında sessiz kalanlar, bir 'Hiç'tirler. 'Ağar cumhuriyet'i bunları asla ciddiye almazlar. Hüseyin Baybaşin, bir tv bağlantılı katılımında, Demirel ile birlikte iş yaptığını, nasıl ve hangi şekilde yaptıklarını adresler ve tarihler vererek anlattığında, Demirel bu tezgahın cumhurbaşkanıydı. 'Vatandaşlık' bilincinden mahrum kalmış 'vatandaşlar!' oy verdikleri, askerlik görevlerini yaptıkları, karşısında 'eşit' olduklarını sandıkları 'yasalar' gereği bile,kendilerine tam da mustahak olan cumhurbaşkanlarına tek bir soru bile sormadılar. Altı insanı katleden Çatlı'yı 'aranıyor' dedikleri 'hukuk'un tam  baş aktörlüklerinde gezindiği bir 'kaza' ile 'resmi' yetkililerle ortaya sarmaş, dolaş çıkınca Ağar en büyük küfürlerinden birini yine toplumu alaya alan şu cümle ile belirtebiliyordu;

-Hüseyin bey,  her halde Abdullah Çatlı'yı yakalamış,  getirecekti.'
 
Tıpkı o restorant fıkrasındaki gibi... Adam restoranta yemek yemeği sadece
garsonun gelip küfür etmesinden ibaret bildiği halde yemek yiyiyor ve garsona;

'Hemşehrim gel, bize tüküreceksen ne yapacaksan yap da gidelim,  işimiz gücümüz var'. Ve garson gelip 'kendi müşterilerine' tükürüp yolluyor.

Şahinlerin tükürüklerini kendi alınlarında taşımak,  bir kaç kişi ya da bir çete işi sadece değil, bir sistem, bir toplum felaketidir. Bu kronikleşmiş hile sistemini,  cumhurbaşkanı olmasına rağmen anlayamadığı için, Turgut Özal'ın başını bile yedi. Ardından Eşref Bitlisliler, Cem Erseverler, Aydın Tomrisler... Bunlar en yetkili kişilerdi. Sonra savunmasız insanları katletmeler, köy yakmalar, insan kaybetmeler...

Bütün bu vahşetlikler olurken,  siz daha bunlara karşı tek kelime etmeyen gazetecisini, profesörünü,  hukukçusunu, amirini,  memurunu,  işçisini, hizmetçisini, sağcısını, solcusunu, dincisini, dinsizini adamdan mı sayıyorsunuz?

Eğer öyleyse kendinize hakaret ediyor ve çok aldanıyorsunuz. Aldanmanız sadece sizinle kalsaydı önemli değildi pek. Sizin aldanmalarınız, sizi aldatanların siyasi kirliliklerinin,  çete hukukunun, yaygın deyimiyle, 'derin devletin' siyasi saltanat ömrünü uzatmanın hanesine yazılıyor, bunu da unutmamalısınız. Karnı aç, geçimi kötü, dağa taşa harcanan milyarlarca paralarla IMF'ye dilenci durumuna getirilmiş, dibe vurmuş bir ekonomiyle, bu çete hukukunun kendilerinde çaldıkları onurlarına bile ses etmeyen 'vatandaş'a artık ezberci söylemlerle 'cahil' demek de bir anlamsız saplantıdır. Bunları 'bilmeyen bizim cahilimiz!' sokaklara 'linç'lere çıkmasını biliyor ama... Kürt halkına karşı savaşa gönderilen askerleri, alaylarla şenliklerle uğurlamasını biliyor ama... Bir askeri hastaneyi ziyaret eden komutana, Kürtlere karşı savaşta gözlerini yitirmiş bir asker, 'Komutanım bana gözlerimi ver' derken, esir alınan askerleri, gelip sağ selamet almaları için yapılan çağrıya karşı, gidip askerlerini bile almayacak kadar 'askeriyle oynayan' komutanın da daha 'göz' bekliyordu ama... Bu esirlerden bir tanesiyle yurt dışında karşılaştım. Bana anlattıkları, bu toplumun karakteristik özelliklerini vermesi açısından önemlidir. Esir alınıncaya kadar, kafasında, sadece 'vatan millet bayrak' edebiyatı varmış. Kürtleri çok garip, kötü, acımasız, hani o masalardaki 'insana benzeyen canavar' diye bilmiş. Her birini öldürmek ise, tanrı ve 'vatan için' büyük bir sevap ve kutsal bir iş diye biliyormuş. Sonra bu' kutsal' işinin bir seansında esir alınmış. Ömründe görmediği yeni bir sosyal diyalog, yeni bir insani atmosfer, yeni bilgiler, öğrenmeler, sohbetler...
 
Sarsıntı geçirmiş, koca bir ömrünün nasıl sahte slogan ve söylemlerle çalındığını anlamış. Kürt sorunun nedir, insanlık nedir, 'vatan millet Sakarya' söylemlerinin altında yatan esas gariplik, kışlalarda karşılaştıkları, 'böcek yiyen böcek' masalları, 'mavi bereliler, Jıtem, yakmalar, yıkmalar, savunmasız insanları katletmelerin 'vatanı sevmek!' ile bağlantıları vs… gibi konuların anlamlarını ilk öğrenmiş. 'Esir alınmam o yüzden büyük bir şans, yoksa hayatımı çalanları asla bilemezdim' diyordu. 'Artık eve dönüp şu lanet silahı elime almayacaktım,  ama işin başka bir garip yanı, çağrı yapmasına rağmen bir türlü bizleri kimse gelip almadı. İşte burada da ilk kez anladım ki, () göz nurumuz, şanımız şerefimiz, edebiyatı koca bir aldatmaca ve masal' diye devam ediyordu. Sonra içlerinden bir kaç kişi gönüllü olarak kalıyor, kendisi de,  nefretinden dolayı yurtdışına çıkıyor.

-Peki siz hiç mi bütün bu gelişmeleri anlatılanları, görmediniz, duymadınız sivil hayatınızda mesela?

Bana verdiği cevap bir hayli ilginçti;

-Ben size bir şey söyleyeyim mi? Biz gerçekten aptallaştırılmıştık kısacası...

Benim de aklımda,  bu felaket toplumuyla ilgili şu söylem geçti; Yani Ağar, çete, Susurluk, sistemine alkış çalanların () akıllanması için illa ki esir almaları mı gerekiyor? Savaşsız, kavgasız,  konuşarak sorunlar çözülmez mi?

Maalesef hayır...

Çünkü gerçek hukukun,  adaletin,  demokrasinin egemen olması demek,  Ağarların,  Jıtemlerin,  Susurlukların, Yeşiller'in, Evrenlerin, Ekenlerin, kulaklarından tutup, enselerine,  bütün alaya aldıkları insanlığa çektirdikleri acıların şamarını indirmekle ancak Anadolu ve Mezopotamya'nın bu 'bahtsız' coğrafyaları güzeleşebilirligi demektir.

Kayıpları sormaya soruşturmaya kalkanlara; iki küfür daha ediyordu Mehmet Ağar;

1-Bu bir duvardır, bir tuğlası çekildi mi duvar yıkılır...

2-Devlet sırrı bir namustur, onu mezara kadar götüreceğim.

Bütün bunların tercümesini bilmiyor olabilir misiniz? Ve Ağar topluma bu küfürleri edince, 'Vatandaş!' tek soru sormuyor... 'Hangi duvardan, tuğladan bahsediyorsun sen? 'Sır' ve 'namus' dediğin nedir?' demiyor.

Hastalıklı ve 'hiç' olmak bu değil de nedir?

İşte bizler, böyle hastalıklaşmış toplumda, bunlarla birlikte aynı iklimi soluyoruz. Bu hasta zihniyete, bütün bu yaptıkları ve yapacakları çirkinlikler karşısında, bizlere sadece 'lanet' okumak ve sonra hiç bir şey olmamış gibi unutmak kalmamalı. Bu hasta zihniyete karşı mücadele etmenin 'particiliği, sağcılığı, solculuğu, liberalciliği, ' yoktur. Bu bir insanlık sorunudur. Şemdinli'de yükselen duman, bizim coğrafyanın toplu mezarlarından, Dersim vadilerinden, Çewlik kırsallarından, Amed zindanlarından, göç ve sürgün dilmişliklerimizin trajedisinden geliyor. Bütün bu trajedilerimizin sonlanması için, her kes elinden geleni yapmalıdır. 'lüks' siyasetlerine, anlamsız uğraşlara gerek yok. Çünkü başka çaremiz yok.



İlhami Sertkaya
20-11-2005