HİÇ OLMAK
İlhami Sertkaya
Ahlak, terbiye, insani
değerler, iç güdüler ve bunlardan çıkan değişik duygular... maneviyat
denilen olgunun, erdemlilikleri kapsama, insan gelişiminin, akıl evriminin
günümüzde vardığı boyut... aynı çağı ve günü yaşamamıza rağmen, insanlığın
bizlere sunduğu güzellikleri, ispatladığı çirkinlikleri, kötülükleri
görmemize, yaşamamıza, okumamıza rağmen, biz neden insanlaşmamışlarla aynı
iklimi solumaya kalmışız? Devlet olmanın illet olması zorunluluğu yok.
'İnsanım' diyenin, illetleri desteklemem zorunluluğu olmadığı gibi...
Peki neden 'insan' bu kadar insanlıktan uzak, bu kadar aptalca kandırmaktan,
toplumu hiçe saymaktan zevk alabiliyor? 'Devlet' olmak ya da 'onun yetkilisi,
görevlisi' olmak' vatandaşım' dediği, 'iyiliğinden, sağlığından,
güvenliğinden sorumluyum' dediği 'yurttaşı’nı öldürür, asar keser,
toplu mezarlara gömer mi?'
Gömer...
Neden? Çünkü Asya destpotik kültüründe, güçleşen her merkez, kendisini
güçlendiren müritlerin sayesinde güçleşiyor da ondan. Kaba ve 'baba'
geleneğinden, insanlığın değerlerini ayaklar altına almayı 'meslek'ten sayan,
bununla 'adama helal olsun götürüyor malı' diye övünen hiçleşmişlerin,
insanlaşmış değil de 'vatandaşlaşmış' oldukları bir toplumda, bütün hepsiyle,
dalga geçen, küfürler eden 'Agar'ların 'siyaset efendisi' olmalarının
şaşılacak bir yanı yok. Küfür ve hakaretleri, (af edin) sadece 'iki bacak'
arasında ibaret görenlerin, düşleri de sadece oralar da oldukları için,
onuru, haysiyeti, erdemliliği, kişilikleşme değerleri zaten tahrip
edilmiş oldukları bir geleneği yaratan ve yarattıkları ucubeler,
kendilerine, onurlarına küfür eden 'adamları' 'kurtarıcı' gibi his
etmelerinin temelinde, işte bu insanlaşmamış Asya mürit kültürü var.
Bu kültürde 'Demrel'ler, Agar'lar, Susurluk'lar, jıtem'ler, çok
çıkar. Yumurta gibi 'rafadan' değil, 'kafadan' darbe yemişlerin,
kafalarını ve 'akıl'larını yatırdıkları 'Susurluk' sistemlerinin çete
adaletçi'lerini övmelerinin gerekçelerini leylek gibi tekrarlayan paslanmış
zihinlerin egemenlikleri altında, ve bu garabetlerle birlikte aynı
iklimi daha ne kadar birlikte soluyacağız?
Jöntürk diyarının 'kurtlar vadisinde', düşlerini üç beş söylemle,
hayatlarını soygun ve ', iş bilir' talancı ve yalancı 'abi'lerinin
'kurtarıcılık’larına bağlamaktan başka bir şey bilmeyenlerin toplumunda ne
insanlık ne de yurttaşlık bilinci yok. Bu aptallaştırılmışlıkların üzerinde
saltanatlarını sürdüren 'abi'lerinin, verdikleri her demeci, attıkları her
nutku, 'kutsal' gören o körelmiş ruhun hayırsız tezgahında, kıstası insanlığı
değil, bu kirli-kanlı-amir-memur takımını savunma olarak algılatılan
aptallaştırma derslerinde bolca mezun edilenlerden topal Osmanlar,
Susurluklar, Yeşiller, Ağarlar, hırsızlar, Yahya ihaleleri, Hizbullah
filmleri, toplu mezarlarıyla Şemdinli vahşetçileri çıkmaz da ne çıkar?
Çok mu tuhafınıza gitti 'vatandaş'ına bomba atan yetkilinin zora düşünce
Agar'ı telefonla araması..? Çok mu anormaldi bunu Ağar'ın övünerek söylemesi?
Siz bu toplumu bir 'hiç' yerine koyan 'hiç'lerin yönettiklerini daha bilmiyor
olabilir misiniz? Eğer daha öyleyseniz beni okumayın size söyleyecek hiç bir
sözüm yok çünkü 'bir hiç'siniz. Ben, Demirel (...) ailesini yedi kez
alkışlayıp iktidara taşıyanlara, sayıları daha bilinmeyen insanları katleden
Agar'lara alkış çalanlara, Korkut Eken'leri, mehter takımı ile
karşılayanlara, suçlarıyla ortaya çıkmışları 'iyi çocuklardır' diyecek kadar
insanlıktan nasiplerini almamış terfili-terfisizlerin adaletin, hukukun içine
'edenler'i 'adamdan' sayan 'adam'lara diyecek sözüm yok.
Cümle Saddamlara ve Saddamcılara hiç bir söz 'sökmez'. Ama bir şeyler
'söker', hem de kökünden. Kaderlerimize müdahale etmiş bu pislikler
kökünden sökülüp atılmayınca, bu (...) hilelerin utanmazlıklarının
bizlere kısmen de olsa maalesef alıştırdıkları 'vurum duymaz' ve siyaset,
edebiyat, şiir, felsefe diye 'oralı' olmayan ve olmadıkları için de, pek
anlamlılıklar ifade etmeyen, 'geyik sohbet'leri devam ettikçe, 'susurluklar,
yeşiller, yakmalar, yıkmalar' da devam edecektir.
Neredesiniz...?
Neyi konuşuyor ya da hangi kişisel 'ben sen' hesaplarındasınız? Bu tepeden
tırnağa insanlık nezdinde suçlu olanlar, insanlığınıza egemen olmuş kadar siz
de sinmiş ya da korkuyor musunuz? O kadar mı kendinize yazık ettiniz,
ediyorsunuz? Üç maymunları mı oynuyorsunuz? Bilmediğiniz, görmediğiniz,
duymadığınız bir şey mi kaldı? Ya yeni bir 'Şemdinli, Susurluk' diye 'iyi
çocukların' yeni 'iyiliklerinin' mi merak etmekle yetiniyorsunuz?
Öyleyse bütün bunlara müstahaksınız...
Bari, kim olursa olsun, birilerinin gelip başka sadamlıkları, bütün
pislikleriyle devirmesi gibi, bunları da dua edin eğer elinizde bir şey
gelmiyorsa... Bari gazetesini almayın, dükkanında alış veriş yapmayın.
İsmail Beşikciler, Haluk Gergerler, Ahmed Altanlar gibi onurlu bir avuç insan
dışında kalanlar bir hiçtir, bari siz bu hiçlikte 'hiçleş'meyin.
Varto depreminde, depremzedelerin durumu ile ilgili bir gazetecinin sorusuna;
'Anlayamadığım hayvani sesler çıkarıyorlardı' diyen Menteşlerin yetkili
olduğu bir devleti, insanlık karşısında 'meşru' sayanlar, ve bu söylemleri
sadece 'kişi'ye yoranlar, sitemleşmiş kirliliği anlamaktan zorluk çekerler.
'İnsanım' diyenlerin tüylerini hareketlendiren JITEM itirafçıları karşısında
sessiz kalanlar, bir 'Hiç'tirler. 'Ağar cumhuriyet'i bunları asla ciddiye almazlar.
Hüseyin Baybaşin, bir tv bağlantılı katılımında, Demirel ile birlikte iş
yaptığını, nasıl ve hangi şekilde yaptıklarını adresler ve tarihler vererek
anlattığında, Demirel bu tezgahın cumhurbaşkanıydı. 'Vatandaşlık' bilincinden
mahrum kalmış 'vatandaşlar!' oy verdikleri, askerlik görevlerini yaptıkları,
karşısında 'eşit' olduklarını sandıkları 'yasalar' gereği bile,kendilerine
tam da mustahak olan cumhurbaşkanlarına tek bir soru bile sormadılar. Altı
insanı katleden Çatlı'yı 'aranıyor' dedikleri 'hukuk'un tam baş aktörlüklerinde
gezindiği bir 'kaza' ile 'resmi' yetkililerle ortaya sarmaş, dolaş çıkınca
Ağar en büyük küfürlerinden birini yine toplumu alaya alan şu cümle ile
belirtebiliyordu;
-Hüseyin bey, her halde Abdullah Çatlı'yı yakalamış,
getirecekti.'
Tıpkı o restorant fıkrasındaki gibi... Adam restoranta yemek yemeği sadece
garsonun gelip küfür etmesinden ibaret bildiği halde yemek yiyiyor ve
garsona;
'Hemşehrim gel, bize tüküreceksen ne yapacaksan yap da gidelim, işimiz
gücümüz var'. Ve garson gelip 'kendi müşterilerine' tükürüp yolluyor.
Şahinlerin tükürüklerini kendi alınlarında taşımak, bir kaç kişi ya da
bir çete işi sadece değil, bir sistem, bir toplum felaketidir. Bu
kronikleşmiş hile sistemini, cumhurbaşkanı olmasına rağmen anlayamadığı
için, Turgut Özal'ın başını bile yedi. Ardından Eşref Bitlisliler, Cem
Erseverler, Aydın Tomrisler... Bunlar en yetkili kişilerdi. Sonra savunmasız
insanları katletmeler, köy yakmalar, insan kaybetmeler...
Bütün bu vahşetlikler olurken, siz daha bunlara karşı tek kelime
etmeyen gazetecisini, profesörünü, hukukçusunu, amirini,
memurunu, işçisini, hizmetçisini, sağcısını, solcusunu, dincisini,
dinsizini adamdan mı sayıyorsunuz?
Eğer öyleyse kendinize hakaret ediyor ve çok aldanıyorsunuz. Aldanmanız
sadece sizinle kalsaydı önemli değildi pek. Sizin aldanmalarınız, sizi
aldatanların siyasi kirliliklerinin, çete hukukunun, yaygın deyimiyle,
'derin devletin' siyasi saltanat ömrünü uzatmanın hanesine yazılıyor, bunu da
unutmamalısınız. Karnı aç, geçimi kötü, dağa taşa harcanan milyarlarca
paralarla IMF'ye dilenci durumuna getirilmiş, dibe vurmuş bir ekonomiyle, bu
çete hukukunun kendilerinde çaldıkları onurlarına bile ses etmeyen
'vatandaş'a artık ezberci söylemlerle 'cahil' demek de bir anlamsız
saplantıdır. Bunları 'bilmeyen bizim cahilimiz!' sokaklara 'linç'lere
çıkmasını biliyor ama... Kürt halkına karşı savaşa gönderilen askerleri,
alaylarla şenliklerle uğurlamasını biliyor ama... Bir askeri hastaneyi
ziyaret eden komutana, Kürtlere karşı savaşta gözlerini yitirmiş bir asker,
'Komutanım bana gözlerimi ver' derken, esir alınan askerleri, gelip sağ
selamet almaları için yapılan çağrıya karşı, gidip askerlerini bile almayacak
kadar 'askeriyle oynayan' komutanın da daha 'göz' bekliyordu ama... Bu
esirlerden bir tanesiyle yurt dışında karşılaştım. Bana anlattıkları, bu
toplumun karakteristik özelliklerini vermesi açısından önemlidir. Esir
alınıncaya kadar, kafasında, sadece 'vatan millet bayrak' edebiyatı varmış.
Kürtleri çok garip, kötü, acımasız, hani o masalardaki 'insana benzeyen
canavar' diye bilmiş. Her birini öldürmek ise, tanrı ve 'vatan için' büyük
bir sevap ve kutsal bir iş diye biliyormuş. Sonra bu' kutsal' işinin bir
seansında esir alınmış. Ömründe görmediği yeni bir sosyal diyalog, yeni bir
insani atmosfer, yeni bilgiler, öğrenmeler, sohbetler...
Sarsıntı geçirmiş, koca bir ömrünün nasıl sahte slogan ve söylemlerle
çalındığını anlamış. Kürt sorunun nedir, insanlık nedir, 'vatan millet
Sakarya' söylemlerinin altında yatan esas gariplik, kışlalarda
karşılaştıkları, 'böcek yiyen böcek' masalları, 'mavi bereliler, Jıtem,
yakmalar, yıkmalar, savunmasız insanları katletmelerin 'vatanı sevmek!' ile
bağlantıları vs… gibi konuların anlamlarını ilk öğrenmiş. 'Esir alınmam
o
yüzden büyük bir şans, yoksa hayatımı çalanları asla bilemezdim' diyordu.
'Artık eve dönüp şu lanet silahı elime almayacaktım, ama işin başka bir
garip yanı, çağrı yapmasına rağmen bir türlü bizleri kimse gelip almadı. İşte
burada da ilk kez anladım ki, () göz nurumuz, şanımız şerefimiz, edebiyatı
koca bir aldatmaca ve masal' diye devam ediyordu. Sonra içlerinden bir kaç
kişi gönüllü olarak kalıyor, kendisi de, nefretinden dolayı yurtdışına
çıkıyor.
-Peki siz hiç mi bütün bu gelişmeleri anlatılanları, görmediniz, duymadınız
sivil hayatınızda mesela?
Bana verdiği cevap bir hayli ilginçti;
-Ben size bir şey söyleyeyim mi? Biz gerçekten aptallaştırılmıştık
kısacası...
Benim de aklımda, bu felaket toplumuyla ilgili şu söylem geçti; Yani
Ağar, çete, Susurluk, sistemine alkış çalanların () akıllanması için illa ki
esir almaları mı gerekiyor? Savaşsız, kavgasız, konuşarak sorunlar
çözülmez mi?
Maalesef hayır...
Çünkü gerçek hukukun, adaletin, demokrasinin egemen olması
demek, Ağarların, Jıtemlerin, Susurlukların, Yeşiller'in,
Evrenlerin, Ekenlerin, kulaklarından tutup, enselerine, bütün alaya
aldıkları insanlığa çektirdikleri acıların şamarını indirmekle ancak Anadolu
ve Mezopotamya'nın bu 'bahtsız' coğrafyaları güzeleşebilirligi demektir.
Kayıpları sormaya soruşturmaya kalkanlara; iki küfür daha ediyordu Mehmet
Ağar;
1-Bu bir duvardır, bir tuğlası çekildi mi duvar yıkılır...
2-Devlet sırrı bir namustur, onu mezara kadar götüreceğim.
Bütün bunların tercümesini bilmiyor olabilir misiniz? Ve Ağar topluma bu
küfürleri edince, 'Vatandaş!' tek soru sormuyor... 'Hangi duvardan, tuğladan
bahsediyorsun sen? 'Sır' ve 'namus' dediğin nedir?' demiyor.
Hastalıklı ve 'hiç' olmak bu değil de nedir?
İşte bizler, böyle hastalıklaşmış toplumda, bunlarla birlikte aynı iklimi
soluyoruz. Bu hasta zihniyete, bütün bu yaptıkları ve yapacakları
çirkinlikler karşısında, bizlere sadece 'lanet' okumak ve sonra hiç bir şey
olmamış gibi unutmak kalmamalı. Bu hasta zihniyete karşı mücadele etmenin
'particiliği, sağcılığı, solculuğu, liberalciliği, ' yoktur. Bu bir insanlık
sorunudur. Şemdinli'de yükselen duman, bizim coğrafyanın toplu mezarlarından,
Dersim vadilerinden, Çewlik kırsallarından, Amed zindanlarından, göç ve
sürgün dilmişliklerimizin trajedisinden geliyor. Bütün bu trajedilerimizin
sonlanması için, her kes elinden geleni yapmalıdır. 'lüks' siyasetlerine,
anlamsız uğraşlara gerek yok. Çünkü başka çaremiz yok.
İlhami Sertkaya
20-11-2005
|