İlhami Serkaya
Kimdir
Mülakat: Cafer Yurtsever
Bu sorunun cevabı kendi yazmış olduğu biyografisinden uyarladığımız
yazıda okunabilir. Ancak biz yine de özetleyelim: İlhami Sertkaya bir
Karerlidir. Çocukluğu Karer ve Karlıova’da geçmiş, eğitimini sırasıyla Karlıova,
Kığı ve Bingöl’de tamamlamış, Eğitim Enstitüsü’nden mezun olduktan sonra Tunceli’de
bir dönem öğretmenlik yapmıştır. 12 Eylül 1982 yılında
askerlerin yönetime el koymasıyla birlikte Sertkaya’nın illegal hayatı başlamış olur.
O artık bir sistem muhalifidir. Kürt tarihi ve Kürt gerçeğiyle ilgilenmektedir. Kendi anlatımlarından
iki yıl kadar dağda yaşadığı, defalarca ölümle burun buruna geldiği anlaşılmaktadır.
Kabul etsek de etmesek de birçok genç onu eylemleri, yazıları ve bireysel duruşu ile bir bütün olarak tanıma
ihtiyacı duymadan da kendi idolleri olarak görmektedir. Onu eleştirmek, onun hakkında olumsuz bir eleştiri
yapmak giderek zorlaşmaktadır. Onu bir zırh içinde tutma, doğru yanlış bütün eylemlerini onaylama
eğilimi kendini hissettirdiği bir dönemde onunla yapacağımız bu mülakat, birçok kesim tarafından
her açıdan değerlendirecektir. Satır araları didiklenecek, ona çanak sorular sorup sormadığımıza
bile bakılacaktır.
Biz Sertkaya ile aynı dönemin çocuklarıyız. Lise yıllarında aynı
şehirde yaşadık, aynı koridorlarda dolandık. Bilindiği gibi herkes kendi hayat mücadelesini
ayrı kulvarlarda verdi. O bir milletin tarihinin tersyüz edildiğini söyledi, o yönde mücadele etti. Biz de nasıl
ayakta kalacağımızın mücadelesini seçtik.
Bütün mücadeleler ayakta kalabilmek içindir. Yazılı bütün tarihlerin tartışma
konusu olması ise ayakta kalabilmeyi biraz zorlaştırmıştır.
Kurulmuş veya kurulacak devletlerde iktidar kavgaları, din sorunları, eğitim
eşitsizlikleri, fakir ve zengin, işsizlik sorunları olmuştur, olacaktır, bundan sonra da sürüp gidecektir. Çizilen tablolar ne kadar parlak ve kusursuz gösterilirse gösterilsin, o kusursuz
tabloda yanlış bir fırça izine rastlamak her zaman olasıdır. Bu mülakatın yorumlanması
kişinin, kişilerin bakış açısına bağlı olarak farklı değerlendirmeye açık
olduğunu açıktır.
İnsanın kendisini mutlu hissetmesi ile kendini hangi ırktan olduğunu kolayca
ifade etmesi aynı duygular değildir. Bir milletin tarihi günlük hayatla ilişkilendirilmedikçe bu duygular aynı
duygularmış gibi görülmeye devam edecektir. Bütün soruların cevabı günlük hayatın içinden değil
de yanlış doğru yazılmış taraflı geçmişten arandığı içindir ki, hiç
bir soru cevabını bulmamaktadır.
Ancak İlhami Sertkaya ile ilgili birçok sorunun
bu mülakat sonunda bir cevap bulacağı ve ayrıca bu cevapların nasıl algılandığı
da ziyaretçi defterlerine yansıyanlardan anlaşılacağı kesindir.
Biz Sertkaya’ya kendisinin yaşadığı, tanık olduğu, tanık
olacağını tahmin ettiği dünü, bugünü ve yarını soracağız. Bütün cevaplarını
bugünkü hayatla ilişkilendirmesini isteyeceğiz ondan.
***
CY (1) - Neler oldu son 25 yıl içinde? İlhami Sertkaya arkasında eğitimleri yarım kalmış,
ya da hiç eğitim görmemiş bir kuşağın bırakıldığı bu dönem içinde nelerin
değiştiğini söyleyebilir?
İLHAMİ SERTKAYA: Yolu kesilmiş köklü bir uygarlık tarihinin, kaderine müdahale edilmiş bir ülkenin çocukları,
daha evvel gerçekleşmesi, yaşanması kaçınılmaz olmuş nice ’25 yıl’lar’ın
devamı olan son 25 yılda, bilinci, siyasilileşme, potansiyel kapsamı, askeri oluşum ve literatürü
alanında, daha yeni, daha çarpıcı, daha sarsıntılı bir alt-üst oluşum yaşadı.
Bu coğrafyanın ücraları, kuytulukları, şafakları, dağları, eğemem Türk jandarma
korku edebiyatını ve yarattığı sessizliklerini parçalayan gerillalarla tanıştı.
Pratiğin dili, teorilerde
‘maalesef’ pek önemsenmeyen haklılığı konuşturdu. Bu açıdan bakıldığından,
yaşananlar da bir yönüyle bazı ‘çetin ilk’lerdi. Hayatın her alanında bir ‘garip insan
psikolojisi’ var; ‘ilk’lere birikim ve cesareti olmayanlar, bu ‘ilk’lerin doğal olarak
bağrında taşıdıkları olumsuzlukları yalnız görmek, eleştirmek adeta vurmak isterler.
Savaş, göç, sürgün ve savrulmaların da yaşandığı bu süreç, merkezinde, kenarında, uzağında
yakınında olan herkesi olumlu ve olumsuzluklarıyla etkilemiştir. Bu süreci yaşayan yeni nesli, genel
bir belirlemeyle iki kısma ayırmam mümkün:
1- Sorgulayıcı, inisiyatifli,
iradeli, ufukları geniş, duyarlı ve genel ulusal gerçeklikleriyle bütünleşmiş bilince sahip (fakat
maalesef bütün bu olumlulukların yanında daha kısmi dogmatik, dar ideolojik saplantılardan arınamamış)
kesim.
2- Sönük, silik, kendisini
tüketen, yoz kültürün aldatıcı mengenelerine kapanmış kesim.
Birinci kesim, esas olarak
‘Hayat bigisi’nin ‘genel kültür’ eğitimini az-çok alabilmiş ki, ben bunu oldukça önemsiyorum.
Bilim dallarını bilmeseler de tanıyorlar. Edebiyat, felsefe, tarih, sosyoloji, psikoloji, filoloji
v.d. biraz bilirler. Çünkü politika, kendi özel alanının bağrında, bu bilim dallarının her birini
tanımayı da taşır. Tabi yanlış anlaşılmak istenmiyorum: Tanımak ve bilmek ayrı
olgulardırlar.
Ayrıca efsanelere, masallara,
doyumsuz sohbetlere yaslanmış uzun kış gecelerinin ‘ağır zaman’larını
adeta yerle bir eden ‘hızlı bir zaman’ın beraberinde getirdiği yoğun bir iletişim,
bu yeni nesile kendi imkanlarını sunmuş. Yıllardır hiç göremediğim, hal-haber soramadığım
bir arkadaşımın hiç göremediğim çocuğu, beni internette rahatlıkla bulabiliyor, babasıyla
iletişimimi sağlayabiliyor. Yollar kısaldı, uzaklar yakınlaştı adeta. Alışagelmiş
söylemlere, kendini tekrarlatan bilinenlere olan ‘merak’ ve dinleyici gittikçe azalıyor artık. ’Statuko’cu
mantaliteler, klasik söylem ve resmi ideolojik çerçeveler, parçalanmaya zorlanıyor. Yöresellikler ve evrensellikler arasındaki
‘sağırlık duvarları’nın bekçileri, adım adım tarihe karışıyor.
CY (2)- İlhami Sertkaya bugün neler yapıyor? Hayatını nasıl idame ediyor? Çalışıyor
mu yazıyor mu? Şu anda üzerinde çalıştığı bir projesi var mı? Bir ailesi var mı? Kaç dil biliyor? Sırdaşı var mı? Savaş
ve barıştan hangisini işaret ediyor? Kendisine biçtiği misyon nedir? Niçin yazıyor? Sürgünde dönecek
olsa üstleneceği görev, yerine getireceği söz, vaat?
İLHAMİ SERTKAYA: Sevgili Cafer, samimiyetinize sığınarak şunu önce belirteyim. Siz hızlı düşünüyorsunuz,
bu çok önem verdiğim bir özellik. Hızlı düşünen, deyim yerindeyse parçalar. Bu hızlı sorulara
cevabım (eğer parçalanmaya niyetim yoksa) hızlı olmalıdır. Ben (genel bir belirlemeyle) yazılı-
sözlü edebiyatla uğraşıyorum daha çok. Politika da hep ilgi alanımdadır. Değişik aralıklarla,
değişik ülke hastahanelerinin yataklarında, koridorlarında geçen zamanım bir hayli. Bu zamanlarımı
da mümkün oldukça değerlendirebiliyordum. Böyle anların birinde, yatağıma bir Tercüman gazetesini getirmişti
bir arkadaş. 1986 bir yaz ayı. Yine ‘İlhami Sertkaya, teröristbaşı, çatışma, kaçarken
düşen kimliğinden anlaşılmış’ ve ‘yakalanması için’ de ‘operasyonlar
devam ediyormuş.’ Doktorum ‘Dava aç, kına’ dediğinde, arkadaşlarım gülmüşlerdi.
’Orası sizin daha anlayamadığınız bir devlet. İşte İlhami Sertkaya, işte
basınıyla Türkiye. Söze gerek var mı?’ demişlerdi. Bu ‘koridor dışı’
zamanlarda, bir yıl kadar bir üniversite biyoloji laboratuarında çalışırken, saatlerce yanımda
ayıramadığım dergi, kitap okuyordum. ’Kendimi ve sizi kandırıyorum’ demiştim
bölüm şefine. ‘Seni çok iyi anlamıştım aslında ve açık yüreklisin, esas işinle uğraş
sen. Okumadan yazmadan yapamazsın saygı duyarım’ cevabını dinlemiştim. Bu zamanlara iltica
sorunlarını, dil kurslarını, politik faaliyetleri de ekleyelim. Kısa-uzun yolculuklar, görüşmeler,
seminerler... Yayımlanan kitaplarım, biri diğerinin yayımlanmasını finanse ediyor ancak. Sanırım
işimin okumak –yazmak olduğu anlaşılıyor. Son dönemlerde Zazaca tiyatro senaryolarına
ağırlık verdim. Yeni, dördüncü bir senaryo elimde şu an.
Dosyamda, alt yapısı, hazır bir Zazaca film projesi var. Gerekli
bir kaç yere bildirdim. Beğendiler, ama her kes ‘Bunu dilimize çevirin finanse ederiz’ dediler. Amacım
Zazaca film olduğu için, genel bir duyarsızlığın zorluklarıyla bekletiliyor. Kaliteli olsun
isterim. O yüzden sabırlıyım.
Ayrıca yarı kalmış
bir Türkce şiir, iki de Zazaca (biri şiir, diğeri daha şekillenmemiş) çalışmam var şimdilik.
Konuşma dili olarak) Fransızca, yunanca, (okuma ve konuşma dili olarak) Hollandaca, okuma yazma, konuşma
dili olarak Türkçe, Zazaca, Kürtçe biliyorum. Tabi malumunuzdur ki ana dilimiz de, (Zazaca-Kürtce) eğitim alınmadan
bilinmiyor. Ben eğitimini aldım.
Bir ailem var. Ben kendimi
ataerkil kaynaklı, erkek egemen kültürünün kendi ‘cins saltanat’ını ifade eden bir ‘aile
reisi’ olarak görmedim. Bunu kendime yakıştıramıyorum. En büyük aşkım özgürlüktür. O bir insanlık
erdemidir.
Özgürlüğün ‘amasız fakatsız’ savunucusuyum. Kaderlere
müdahale eden ceberrut anlayışlara karşı çıkarken, başka kaderlere müdahale eden o garip çelişkiyi
yaşayan acınası bir kişi olmayı hiç istemem. Bir uğraşta dönerken, yemeğim hazır
değil diye karşımdakinden hesap sormak, bana terbiyeli bir davranış gelmiyor. Eşit, özgür, ve
gönüllülük ilişkilerinden yanayım. Benim cinsimin, yani erkek cinsinin egemen kültürünün iki yüzlülüğünün dünyayı,
hayatı insan ilişkilerini kirlettiğine inanıyorum. Politikada, ekonomide, hukukta, sosyal ilişkilerde
bu kirlilik daha egemen. Tanrı kültürünün, tanrıça kültürüne ‘zor’ esprisiyle egemen olduğu dönemden
bu yana, insanlık kirlenmiş ve derin bir yara almıştır. Bu iki yüzlülükleri, kirlilikleri reddediyorum.
İşte o yüzden özgürlük, o yüzden özgür insan diyorum. Ve özgürlük, erkek cinsinin bilinçli olarak kendi cins saltanatının
yıkılmaması, reddedilmesi için ortaya savurduğu ‘laçkalık’ asla değildir. O, insanı
esas alan bir seviye, birikim, bilinç sorunudur.
Misyonuma gelince: Bütün girdi-çıktılarıyla, evrensel değerlere
ulaşabildiğim kadarıyla, birikimlerimi daha çok yeni nesillere aktarmak istiyorum. Bu genel isteğimi edebiyat,
politika, felsefik alanda somutlaştırmanın uğraşı içindeyim. Bilinmeyenlerle, bilinip de çarpıtılanlarla
daha çok ilgiliyim. Çalkantılı bir hayatı ne kadar yaşarsanız, o kadar sırlarınız
olur.
Dağlar, gerekli-gereksiz hiç konuşmazlar, siz dağları konuşmadıkça.
Dağlardan başka da deyim yerindeyse, yaslandıklarım var. Yürüyen dağlarım, sırdaşlarım
yani... Bilinçli olarak seçtiğim sırdaşlarım, beni hiç yanıltmadılar.
Benim barıştan yana olmadığımı, savaşı
tercih ettiğimi kimse ispatlayamaz. Fakat, dilimi, kültürümü edebiyatımı, kimliğimi yasaklamanın,
inkar etmenin kendisi zaten dayatılmış savaşın kendisi olduğunu da kimse inkar edemez. Bu durumda
bizim coğrafyadan her kesin önünde iki seçenek var: 1- Ya bütün değerlerimizi yok etmenin adı olan inkarcı,
yasakçı devlet mantığına boyun eğip, kendi bitişini onaylamak, ya da bu insani olmayan mantığa
karşı onurlu, varlık mücadelesini vermek. İşin en trajik-komik olgusu;
Bizi inkar eden bütün değerlerimizi yasaklayan, coğrafyamızı
dört parçaya bölen resmi saltanat yöneticilerinin, bize barış, demokrasi, birlik(!) derslerini vermeleri. Bir halkın
bütün değerlerini inkar etmenin üstünde oturmanın insanlık ve barış olduğunu yazan bir kitaba,
söyleyen bir ‘allahın kuluna’! daha rastlamadım. Kim eğri mi, çapraz mı, nasıl oturursa
otursun, ama doğru konuşsun.
Bir gün dönersem; bütün yakınlarımın, fedakarlıklarını
bir sır gibi taşıdığım o sessiz kahramanlarımdan vefat edenlerin mezarlarını
ziyaret etmek ilk işim olacak. İkinci işim, yapay sığınaklarımı bir bir kodlandırıp,
resimlerini çekerek, altına her birinde geçen anılarımı yazıp arşivleyeceğim. Üçüncü işim,
Karer dağına çıkıp ‘MABE XÊR’ başlıklı Zazaca şiirimi okuyacağım.
Dördüncüsü, Karer’den uzaklaşmak zorunda kalmış yeni neslin birikimleriyle Karer’le kucaklaşmasının
çabasını vereceğim.
Çewlik sokaklarında selamlaşmaların sık sık keseceği
Zazaca türküler fısıldayarak ‘volta’ atacağım. Xayd suyunda yüzeceğim. Cewlik’de
Zazaca bir vakıf, kurs açmanın çabasını vereceğim. Murad suyuna gidip, Hüseyin Morsümbül’u
soracağım, derinliklerine dalacağım, onu haykıracağım. Anısına bir nişan
bırakcağım, üstüne Zazaca ‘Hüseyin Morsümbül bu sulardadır’ yazacağım. Amcam Hüseyin
Sertkaya’nın katledildiği karakolun önüne ‘Durmuş Kıvrak’nerededir? Yazısını
bir biçim yazacağım. Uzatmayayım, aklıma ilk bunlar geliyor.
CY (3)- Geriye dönüp bakınca, bazen insan
yaşamadığı bir veya bir kaç hayatın daha olduğunu düşünür. Ben yaşamam gereken üç
tane hayatın daha olduğunu düşünüyorum. Birincisi öğretmen olarak yaşayacağım bir hayat,
ikincisi Almanya’da kalarak yaşamadığım bir hayat, üçüncüsü köyde kalarak yaşamadığım
bir hayat. Sizin buna benzer bir düşünceniz oldu mu?
İLHAMİ SERTKAYA: Kısaca ben Karer’ de
kalarak Karer’i yaşamam gereken bir hayat diye açıklayabilirim. Bunun içinde bütün sevmelerim, o insanı
çoşturan bütün çocuksu, kutsal isteklerim, heyecanlarım var. Ama bütün bunları özgürce yaşamak... Bu isteğim
de çok doğal, insani bir hak olmasına rağmen, bunu bile ana çok gören bir ‘dayatma hayat’ın
içinde maalesef bu ‘gerekliliği’ yaşayamayacağımın da bilincindeydim. İlk kez belki
burada açıklayacağım bir ‘olmasının’ gerekliliğiyle, buna pişmanlık değil
de, yanıldım diye belirtebileceğim bir gerçeklik var. Yaygın deyimle ‘ilk göz ağrım’
ile gönüllü olmamıza rağmen, benden kaynaklanan bir tek taraflı ‘anlaşma’yı iptal ederken,
girdiğim bu fırtınalı yolculuğa, bir bayan olarak katlanamayacağına inanmıştım.
Bütün olasılıkları, tahminleri benden dinlemiş, kabul etmiş olmasına rağmen, kadının
gücünü keşfetmemiştim.
Sonradan, değişik kırsal kesimlerde, o acımasız şartlarda, çoğu ‘erkek’lerden kat
be kat cesaretli ve daha dayanıklı olan bayanların gerçekliğine tanık olunca, yanılmıştım.
CY (4)- Siz gençlere, gençler de size ulaşabiliyor
mu? Aranızda görünmez destansı bir duvar olduğunu hissettiğiniz oldu mu?
İLHAMİ SERTKAYA: Benim ile ilgili sözlü bir fısıltı,
söylem yayıldıkça yayıldı. Adımı olumlu-olumsuz ağzına almayan bir Karerli yok sanırım.
Kaç kez değişik mekânlarda, diyarlardan da karşılaştığım değişik insanlar,
beni tanımadıkları için bana, ‘Karerli İlhami Sertkaya’ isminde bin bir şekle koyduğu
adamı anlattıklarına tanık olmuştum. ’Şeytan’ dediler, küfür ettiler, ‘yazık’
dediler, ‘adama helal olsun’ çektiler... Övdüler, yerdiler... Bu isim, daha çok o günün çocukların da bir
‘kahraman’, bir ‘canavar’, bir yakan-yıkan kötü adam gibi hani masallarının, söylencelerinin
yaratığı oldum haliyle. Gerçekten dediğiniz gibi ‘destansı bir duvar’ oluşmuştu
benimle duyulduğum insanlar, özellikle gençler arasında. İşte bu ‘duvar’ aslında iletişimlerimizi
engelleyen bir fonksiyon örmüştü. Bir seferinde Avrupa’nın bir kentinde tesadüfen karşılaştığım
bir genç ile sohbet ederken, kendimi tanıttığımda inanmamıştı. Hani bu kadar konuşulan
adam, böyle sıradan bir insan fiziğinden olmamalıymış! Eli kolu oldukça uzun, gövdesi başı
bir çeşit olmalıymış! Diğer yanda, bu durumun getirdiği bir avantaj da var aslında. Benim
için en önemlisi, sırtımda ve alnımda bir kirliliğin oluşamaması...’
CY (5)- Karerliler arasında, dile getirilmekten
çekinilen bir ayrışma, bir kutuplaşma, belli bir soyadı çevresinde
toplanma eğilimi süregelmiştir hep. Şu anda online yayın yapan üç Karer sitesi mevcut. Kutuplaşmanın
bugün de sürdüğü, bu her üç sitenin ziyaretçi defterine bakıldığından da anlaşılmaktadır.
Bunun bir dayanağı var mıdır sizce?
İLHAMİ SERTKAYA: Sevgili Cafer, ben Karer’i
‘xormek’ kavramı ve bu kavramın coğrafik mekanı olarak düşündüm hep. İnanç felsefesi
olarak da ‘alevi’ kavramıyla bilinir Karer. Bu kapsamın içinde elbette akrabalık, küçük aşiret
kolları mevcut. Her kesin kendisini yakın his ettiği komşusu, köylüsü, arkadaşı, ailesi, hatta
aşireti ile sıcak bir ilişkide olması çok doğal. Bu yaklaşımların olumsuz anlamda
mesafelenen dönemini, büyük ölçüde devrimci duruş, fikir geriletti. Ben köyümü de içeren Karer’i seviyorum. Bir
başkası önce köyünü, sonra Karer’i sevebilir. Bence insanların sevmelerini,’ kutup’laşmalara
bağlamak biraz insanın özgür sevmelerine karşı ola ki yanlış bir çağrışım
şeklinde anlaşılabilinir. O nedenle, sadece üç değil, daha fazla sitelerin
olmasını isterim. Neticede her insanı bir şeyler çekiyor. Bizleri
‘Çewlik- Karer’ ismi çektiği gibi.
CY (6)- Karıncalarla, börtü böcekle konuşmak, duygusal insanların işidir. Eylem adamları için
‘duygusaldır’ demek hakaret sayılır. Siz ne kadar duygusalsınız diye sorsam hakaret mi
etmiş olurum?
İLHAMİ SERTKAYA: Aslında en yoğun duyguları, deyişinizle ‘eylem adam’ları yaşarlar.
Çünkü aynı anda bir kaç hayat yaşarlar. Fakat bu yoğun yaşanan duygular içinde boğulmamak, ayakta
kalmak için, irade gücünü gerçekçilikle bütünleştirmek zorundadırlar. Burada acımasız olan, haklı
davanın eylem adamları değil, şartlardır.Güzel, insani kavramlar da hep kirletilmiş. Kıbrıs’ı
işgal eden, cezaevlerini insanların başlarına yıkıp ‘Milletimize hayırlı olsun’
diyen Ecevit’in bir şiir kitabı var. Orada ‘kardeşlikten’ ‘güzelliklerden’ falan bahsediyor.
Tanımayan biri okusa bu adamın çok insani, çok kibar ve duygusal olduğunu sanır. Duygusal kavramı
aslında çok geniş kapsamlıdır. Duyguları paramparça eden birinden de ‘param parça’ etme
duyguları var. O anlamıyla da sadistçe duygular taşır. Kimse ‘karınca
sevgisine, çiçek tomurcuklarına’ sığınmasın. Karıncayı incitmeyi sevmiyorsan, insanı
önce incitmemeyi öğrenmelisin. Bu da insanı olduğu gibi kabul etmektir. Bir alaca akşam, Karer’de,
aydınlıklarına kuşları, karıncaları davet edecek bir sofra kuramadığım,
vadilere yankılarını göndereceğim anadilimde şarkılar, şiirler tereddütsüz, özgürce okuyamadığım
içindir isyanım. Onun için duygusalım evet. Bu yoğun yaşadığım duygular içinde ayakta kalmak
için ‘duygularımın, duygusallıklarımın aşkına’ gerçekçi olmak zorundayım.
CY (7)- Esmer kuş kim, neyi temsil ediyor?
İLHAMİ SERTKAYA: Uğruna girdiğim fırtınalı yolculukta aradığım, ardına düştüğüm.
Kanatlarını, teleklerini görmediğim o kuş, mutlaka olması, yaşanması gereken. Ne zaman
dilimi, kültürümü, edebiyatımı, kimliğimi yaşarsam, o kuş o zaman gelecek. O gelmez ama, onu getirmek
gerekir. O, tabuların, inkarların, yasakların, serseri kanunların, işgalleri ‘şirin’
gösteren ahmakların dumana çevirdiği iklimlere gelmez. Kanadını bu ‘avcılara’ uzatmaz.
O özgürlüğün kendisidir.
CY (8)- İlhami Sertkaya gittiği yere ne götürür? Güven, sevgi, korku, mutsuzluktan hangisini?
İLHAMİ SERTKAYA: Bütün yanlış, yalan
korkutmaları korkutmayı götürür becerebildiği kadar. Kafalardaki karakolları ateşe vermenin, tabuları
yıkmanın bilincini götürür yapabildiği kadar. Ancak bunu beceren insanın özgür olabileceğine inanır.
Özgür kişiliğine ulaşan insanın, güven ve sevgi duygusunun erdemliliğine ulaştığına
inanır. Formalitelerden arınmış duru mutlulukların bilincinin önemine yapabildiği kadar işaret
eder. Bunların adı nedir? Güven mi, sevgi mi? Ama mutsuzluk asla değildir.
CY (9)- Kürt edebiyatını nasıl ve hangi aşamada değerlendiriyorsunuz? Karer’in öyküsü,
romanı, şiiri yazılır mı bir gün? Ya da yazılmaya başlandığını söyleyebilir
misiniz?
İLHAMİ SERTKAYA: Sevgili Cafer, Kürdistanı kağıt üzerinde, kum parçacıklarında cetvelle dörde çizdiler
ama, bu gerçeği asla değiştirmez. O yüzden bir bütün değerlendirmek gerekir. Böyle olunca da, gelişim
farklılıkları ve seyri doğal olarak mevcut. Güney Kürdistan’da Soranca oldukca gelişmiş
edebiyat olarak. Kuzeyde, sancılı bir gelişme var. Kuzey en çok
asimile edilen coğrafyadır. Son yıllarda önemli sayılacak adımlar atıldı. Romanlar, şiirler
yazıldı. Biliniyor ki, edebiyatın gelişmesi, dilin özgürlüğüne, gelişimine bağlıdır.
Türkçe yazılan bir konu ne olursa olsun sonunda Türkçe’dir. Türkçe’nin yazılı sözlü edebiyatına
dahildir yani. Bu anlamda, Kürtçe standardize olmuş zaten. Soranca’nın sorunları yok denecek kadar gelişmiş.
En yaralısı Zazaca’dır. Zazaca daha standardize olmamış. Buna rağmen
son yıllarda bu alanda da önemli adımlar atıldı, atılıyor. Yani edebiyatı, dilden koparamayız.
Daha işlenmemiş hazine değerinde zenginliklerimiz var. Sanırım anlaşılıyorum. Bu anlamıyla
Karer’in derli toplu bir romanı maalesef daha yazılmadı. Bunu aslında düşünmüyor da değilim.
Ama doğrusu içimde bunu Türkçe olarak yazmak gelmiyor. Yine de Karer ile ilgili bir kaç Zazaca şiirlerim var. Türkçe
yazılmış kitaplarımda karer’e gönderme yapan bazı belirtmelerim var. Fakat dediğim gibi
derli toplu bir Karer romanı daha maalesef yazılmamış. Bu yönde çabalar başka var mı bilemiyorum.
Bence her beceren, becerdikleri kadar yazmalıdır. Fırsat bulursam, böyle bir çalışmaya
başlayacağımı belirteyim. Karer’in romanı gerçekten yazılmalıdır.
CY (10)- Yarın ne olacak? Irak’ta Talabani ve Barzani, Türkiye’de ise siyasi yelpaze, sivil toplum örgütleri,
kamuoyu ve PKK olgusu bölgeyi nasıl şekillendirecek?
İLHAMİ SERTKAYA: Geniş kapsamlı bir soru. Fakat mümkün oldukça kısa öz maddeler metoduyla belirtmeliyim; 1-Eski
klasik politikalar, söylemler, yaklaşımlar artık iflas etti. ’Emperyalizm, sosyalizm, vb.’ Kavramlara
çakılıp kalmak, dünden ders almamak, bu günün dünyasını anlamamaktır. Dogmatiklik bu yaklaşımlardan
kaynaklanıyor. Politikanın çıkar olduğunu artık anlamalıyız. Politikada ‘dost-düşman’
kavramı olmadığı gibi, vicdan, şefkat, gibi duygular da maalesef geçerli değil. Her kesin kendi
politik çıkarları gereği kendi işlerini gerçekçi yaptığı bu dünyada, bizler özgürlüğümüzün
çıkarını daha ‘enternasyonalizm, işbirlikçilik, anti emperyalizm, kardeşlik vb.’ gibi
kavramların anlaşılmazlıklarında, bilmeden özgürlüğümüze kast eden Türk devleti ve sağcısının
solcusunun, sosyalistinin, dincisinin, imansızının’ ‘Hile’lerinin tuzaklarından kurtulmalıyız.
Amerikanın müdahalesiyle başlanan bir süreç yaşanıyor.Ortadoğu klasik statükocularına yönelik
bir süreç. Bu iyi bir gelişmedir. Irak’a kan kusturan bir diktatörlüğün yıkılmasının sevindirici
ve doğru anlaşılması gerekir. Güney Kürdistan halkımız
kendi resmi temsilini oluşturmuş. İşte burada ‘sosyalist’ perinçekler, mhp, ’Kerkük
şarkılarıyla ‘anti emperyalizm’ hileleriyle devreye sokturulmuş. Ve Irak’ta kendisiyle
sınırlı olmayan iki dünya cephesi savaşıyor anlamak gerekir. Bir tandan Saddamcılar, Bin Ladenler,
Türkiye, İran, Suriye ve tüm Ortadoğu kanlı despot statükocuları, diger yandan, bu kaderlere müdahale
etmiş statükoculara karşı demokrasi, özgürlük, değişim yanlıları. İşte bu gerçekliğin
çerçevesinde bakıldığında, bu karşı şer cephesinin esas dertleri Kürtlerin bir oluşuma
sahip olmamalarıdır. Amerika’yla, İsrail’le çıkarları gereği kurdukları ittifakların
sayesinde saltanatlarını sürdürenler, sakın bize anti Emperyalizm, anti Siyonizm dersleri vermeye kalkmasınlar.
O hep aldatılıp yalnız bırakılan, ittifaksız bırakılan Kürt yok artık.. Sahipleri üzülmekten
haklılar. 2-Türkiye iki bloklu dünya zamanındaki ‘nazlı gelin’ tavrını, ne zaman ki askerlerinin
başına çuval geçirilince anladı. Kerkük masalları tutmadı. Ecevit’in bir konuşmasında,
hiç alışılmadık hüzün, yeniklik, ‘Kerkük-Musul’ petrollerine ulaşmanın artık
hayal olduğunu bilmem kaç kişi okuyabildi? 3-Türk kamuoyu ya da sivil toplum örgütlerine, on yıl kadar evvel
beslediğim güven bitti. Bir avuç cesur insan dışında, bir bütün olarak devletin kontrolünde ‘muhaliflik’
oyunudur, aldanmayalım. Her zaman son sözü genelkurmay söyler. O halde genelkurmayı ciddiye
almak gerekir. Genelkurmay da aptallaştırılmış bir potansiyele dayanıyor içte. Dışta
işe Amerika dahil ulaşabildiği her devlete, o yüzden Türkiye değişmez ancak değiştirilir.
Bunun iç dinamikle olacağını sanmıyorum. A.B ve dış gelişmelerle mümkün. ’İçte’
tek değiştirici seçenek kalıyor, Ortağo’da gelişmelerine paralel olarak Kürdistan özgürlük
mücadelesi. 4- PKK hatalarıyla, doğrularıyla, malum ki ‘sopa’sını eğdi. Kuzeyde
alt üst oluş yaşanıyor bugün maalesef. Ama yaratılan bir politik potansiyel var, o yüzden asla ‘dünyanın
sonu’ değil. Sürece cevap olacak ve genel olarak demokrasiyi, kürdün genel çıkarlarını doğru
okuyan demokrasiyi esas alan bir şekillenmenin bilinci ağır adımlarla da olsa gelişiyor. Günümüz
dünyasında insanlığın vardığı aşama, artık ‘okuz bokuz’ klasik söylemleri,
inkâr saçmalıklarını kaldırmıyor. İşte Kurdistan’ın geleceğini şekillendiren
bu özgürlükçü, demokrasi anlayışıdır. Gidişat, artık Kürtler için asla geri dönülmez bir yolda,
bu yönde olacaktır.
CY (11)- Bilindiği gibi, Türkiye ile Amerika hep müttefik konumda, neredeyse fikir ve eylem birliği içindeler.
Buna karşılık Kuzey Iraklı ve Türkiyeli bazı Kürt aydınlarının da Amerika ile fikir
ve eylem birlikleri kısmen de olsa gözlenmektedir. Bu iki yaklaşımı bir yaman çelişki olarak görmekte
misiniz?
İLHAMİ SERTKAYA: Her politik gücün kendi çıkarlarının hesabı var. Politikanın şiddet, psikoloji,
ekonomi, ittifak, diplomasi, fiziki boyutları ve sınırları var. Kürdistan sorununu karmakarışık
hale getirenlerin, kendi aralarında çıkarlar ittifakları hep oldu. Türkiye, İran, Irak, Suriye... Yemezler, içmezler
adeta, kürdün özgür olmaması için ellinden gelenlerini hep yaptılar, yaparlar. Malum ki, kürdün bir parçadan özgür olması, bunların Kürdistan’ın egemenlikleri üzerindeki saltanatların
sonu demektir. Şimdi bunlardan biri tarihe gömüldü. Kalan üç ceberrut ve sömürgeci saltanatın
adeta ağlamaları, sızlamaları bundandır. İşte bu bir parça yanan kürdün özgürlük ışığını
söndürmek için, her zaman olduğu gibi ‘şeytani’ ittifaklarını sürdürmek, pekiştirmek
içindedirler. Peki bu ‘üçlü şer ittifakının’ kuşatmaları içinde olan Kürdistan halkı
ve politikacıları ne yapmalı? Kendilerini halkların kaderlerini tayın memurları sanan ve esasında
kendi inkarcı devletlerinin kontrollerinde ve hizmetinde olan bilmişlerin(!) oyununa gelip ‘anti emperyalizm’
diye Saddam’ın devrilmesinin önüne mi geçmeliydiler? Bu sonu hep yenilgilerle biten trajedileri anlamamak kürdün
kaderi mi? Hayır... Her kes gibi artık Kürtler de kırıla kırıla kendi çıkarlarının
politikasını öğrendiler. Kürtlerin dilini, kültürünü, kimliğini, edebiyatını başkaları
değil Türkiye, İran, Suriye inkar etmiş, yasaklamış, egemenliği altına almış.
Kimse artık Kürtlere başka düşmanlar bulmaya kalkmamalı. Eğer Kürtler bugüne kadar haklı davalarında
başarılı olamamışlarsa, dünyada kendilerine dost ve ittifak bulamamalarının, yalnız
kalmalarının da payı
var. Sovyetler, bu konuda ders vericidir. Politikanın sosyalisti emperyalisti
yok o bir çıkar sorunudur. İşte o yüzden Kürtlerin bugün Amerika ile ittifak yapması kadar doğal
ve doğru olan bir şey yok. Buna şaşan varsa Çin’in, Arnavutkuk’un, Sovyetlerin çıkarları
gereği girdikleri ittifaklara önce şaşmalıdırlar. Kürtler artık kendi çıkarları gereği
tuzak söylemleri değil, somut gerçekleri konuşturmalı. İsrail’le ittifaklarını da pekiştirmelidirler.
Kimse artık bizlere Siyonizm masallarını da anlatmaya kalkmamalı. Kendisi Siyonizm ile iç içe, bize de
anti Siyonizm dersleri vermeye kalkıyor. Yani (alışmış ya) demek istiyor ki, sen dost, ittifak bulma
başkalarıyla da kanlı bıçaklı ol, ben seni rahatlıkla ezeyim.
İşte politikanın gereği ve gerçeği böyle. O yüzden her
kes kendi hesabını yapıyor, O yüzden çelişkili gibi görülen bu durum böyledir. Neticede davacısın,
davalınla kavgadasın. Kazanmak için ne gerekiyorsa onu yapmalısın.
CY (12)- Amerikanın uzun yıllar Saddam’ı
beslediği, desteklediği sizce doğru mu? Eğer doğruysa, yarın Barzani’yi, Talabani’yi
vey Kürdleri vurma olasılığını görüyor mu İlhami Sertklaya?
İLHAMİ SERTKAYA: Politika, mutlakıyet ve inanılması,
gerçekleşmesi için verilen sözler ve uygulamak için atılan nutuklar sanatı olsaydı, bu sorununuzu çok
daha kolay, çok daha ‘evet-hayır’ ikileminde bir cümleyle cevaplayabilirdim. Bakın işte... Dün
Saddam ile haşır-neşir olan Amerika, bir gün onu devirebiliyor. Davaları için Kürtlerin desteklediği
Filistin, Saddam’a yardım için gerillalarını gönderebiliyor. (…) Karadeniz’in sularında
Mustafa Suphi’leri boğan Atatürk’ü Lenin, Stalin destekleyebiliyor. Afgan emrini destekleyen Sovyetler, Kürtlerin
bütün baş kaldırmalarını boğmak için Türkiye’ye, Irak’a yardım edebiliyor. Mao,
Çin’in Japon işgaline karşı mücadelesinde Amerikan yandaşı, Çan Kay Şek ile ittifak kurabiliyor.
Bir yandan ‘Emperyalist’ dünya ile savaşan Stalin, İngilizlerle anlaşıp Yunan devrimini satabiliyor.
Bu listeyi uzatmam mümkün. Tekrarlar gibi söylemek istediğim şudur; Politikanın sosyalisti emperyalisti yok,
çıkarı var. Evet dün Saddam’ı ne için destekleyip beslediyse Amerika, bu gün de onun için devirdi.
Dün çıkarı öyle gerekiyordu, bugünde böyle. Amerika Kürtlerin ‘babasının
oğlu’ olmadığı gibi, Kürtleri sevdiği için Saddam’ı devirmedi. Çıkarları
için bu müdahaleyi yaptı. Amerika’nın umurunda değil Kürtlerin sorunları. Kürtler bu müdahalede,
kendi çıkarları için Amerika ile ittifak kurdular. Amerika’nın Ortadoğu projesinde, bugün Kürtlerle
ittifak kurma çıkarı var. Kürtlerin de Amerika’yla. Ortadoğu’da artık Kürt sorunu hesaplanmadan
politika sahipleri ‘muradlarına’ eremezler. O halde, ‘Yarın’
Kürtleri vuracak bir Amerika’nın kazanımları olması gerekir. Kaldı ki daha Türk Genelkurmayının
planlarından bi haber olan bilmişleri! Politik tecrübeleriyle ceplerinden çıkaracak kadar deneyimli olan Barzani,
Talabanilere akıl vermeye kalkıyorlar. Onlar bütün olasılıkların hesaplarını yapacak kadar
pişmişler deyim yerindeyse. Amerika’nın Kürtleri ‘yarın’ vurması için, Ortadoğu
projesinin çıkarlarından ‘yarın’ vazgeçmesi gerekir. Gerçekçi olmak gerekir.
CY (13)- Amerika’nın müttefiki olan
Türkiye’nin istememesine karşın Amerika niçin Kürtleri destekliyor? Bu çelişkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
İLHAMİ SERTKAYA: İki kutuplu dünya ve politik dengeleri yok artık. O dönemin çıkar ve hesapları da yok. İyi
ki yok bana göre. Kürtler bu lanet kutuplaşmanın kurbanı olan bir halktı. Bir statüsü bile olmayan Kürtleri,
ne sosyalist, ne de kapitalist devletler ne yapacaktılar? Yapacaklarını, Kürtleri egemenlik altına alan
devletlerle yaparlardı. Dönemin iki süper devleti, ara diktatörlükleri kazanmak için, birbirlerinin ittifak alanlarını
daraltmak için hep desteklediler. Bu ara dikta rejimleri de, bu kutup rekabetinden çok iyi yararlandılar. Amerika için,
rakibi Sovyetlere karşı, jeopolitik yapısı ve potansiyel olarak Türkiye, iyi bir jandarmaydı. O yüzden
Türkiye vb. devletlerin bir dediğini iki yapmazlardı deyim yerindeyse. Türkiye’nin bu ‘şımarık
nazlı gelin’ alışkanlığı o dönemden kalma. Sanıldı ki, ‘kuzey Irak’a
geçmek için Türkiye’nin onayı olmazsa olmazmış! Türkiye bu durumda ‘mal bulmuş mağribi’
gibi Amerika’dan, kendi tarih sayfalarında asılı kalmış
‘Kuzey Irak petrollerinden en azında söz sahibi olma rüşvetini istedi. Kapılar arkasında
dönen dolaplar, medyaya bilinçli olarak yansıtılmıyor. Fakat artık Türkiye’nin boyunu aşan
her isteğini yerine getirecek kadar ‘yağlı bir jandarma’ değildi. Ne de Sovyetler
vardı artık. O yüzden Türkiye’nin istemleri, Amerika’nın çıkarına gelmiyordu. ’Sen
benim müttefikimsin ama fazla oluyorsun yerinde dur’ demek istedi Amerika. Olan buydu.
CY (14)- Emperyalist çıkarlarla halkların özgürleşme isteği ve eylemliği çelişiyor. Ancak
Amerika kuzey Irak’ta farklı bir tavır geliştiriyor. Sizce Amerika ne yapmaya çalışıyor?
Amerika
Kürtleri çok mu seviyor?
İLHAMİ SERTKAYA: Önce bunu belirtmeliyim: Ben alışagelmiş
kavramlara yüklenen alışagelmiş anlamları terk ettim. İdeolojik literatürlerde, kavramlar ve misyonları,
teorik söylemlerin bir süsü gibi geliyor bana. Halk mı dediniz?
Hani şu ideolojik söylemlerde haksızlıklara, sömürücülere, diktatörlüklere
karşı çıkan ve mücadele edip bu iktidarları mutlaka deviren ‘halk’? Bu kadar ‘susurluklar,
faili meçhuller, toplu mezarlar, hırsızlıklar, rantçılıklar içinde kendilerini beş paraya muhtaç
eden egemen kesimleri alkışlayanları nereye, hangi sosyal
kategoriye koyacağız? Türkiye tarihinde bir kez olsun Kürdistanda’ki vahşetleri yapan devlete karşı
sokağa çıkıp bir beddua bile yapmayı bırakın, bu
vahşetlerin manzaralarında ‘vatan millet’ masallarıyla, aç karınlarıyla ‘linç’
gösterilerine çıkan halk... Günde on çocuğun mamasızlıkta ölen Irakta, Saddam zulmünden inleyip Saddam’ı
destekleyen halk... Nasıl bir şey bu? Ama ekmeğe asla muhtaç olmayan İsmail Beşikciler
mesela... MHP tabanının boş kamışları içinde kaç ‘burjuva çocuğu’ var? Şu Trabzon’da çok masum, insani istekleri içeren bildiricileri linçe kalkanlar
mesela? Nereye, hangi sosyal kategorilere koyacağız? Afganistan’da İran’da, şu zehir zıkkım
rejimlerin koltuk ayakları mesela? Her halde ‘halkımız halklarımız daha bilinçlenmedi, objektif,
subjektif şartlar’ falan diyip geçiştiremeyiz. Bence en azından bu gerçekleri görmeliyiz. O durumda peşinen
ezberciliklerimizden aşınır, gelişmeleri daha somut ve sonuç alıcı değerlendirebiliriz.
Bugün felsefi olarak, evrensel değerlerin savunulup savunulmaması, politik olarak insanlık nezdinde suçlu olan
statükocu resmi ideolojilere karşı tavır alınıp alınmaması önemlidir. Bu, dünya genelinde bir değişim
sorunudur. İnsanlığın keşfettiği en ileri evrensel projenin adı demokrasidir. Demokrasi,
resmi ideolojilere sığmaz ya da resmi her ideolojinin kendi demokrasisi vardır. Evrensel değerleri kapsayan
demokrasiden bahsediyorum. Evrensel demokrasi, ideolojileri de kapsar ama ideolojiler evrensel demokrasiyi kapsamaz.
Amerika’nın Afganistan molalarına, Irak Saddamlarına müdahalesi,
bu değişimin gelişimine katkıdır. ‘Kimse kimseyi’ sevmiyor
politikada. Politikanın kendisi sevme sanatı değil. Bu meslek,
dünyayı, ülkeleri yönlendiriyor. Bu kadar etkili olan bu olgunun da sahipleri olan bizler, geleceğimiz, özgürlüğümüz
için bunun olamazsa olmazı sayılan gerçekçi bakışa da sahip olmalıyız.
Genel soyut kavramların
sonuç vermeyen girdaplarında dolaşmak kaderimiz olmamalı. Gördüklerimizi olduğu gibi adlandırabilsek
buna yeter sanırım.
CY (15)- Türkiye’deki tüm etnik kimliklerin, bir arada birlikte yaşama barış isteğine İlhami
Sertkaya nasıl bir katkı koymak ister?
İLHAMİ SERTKAYA: Kültürler, diller, edebiyat, etnik kimlikler, her halkın, milletin kendisidir. Her halk, millet kendisini
yaşamak ister. Kendi değerlerini yaşamak ister. Bu, tartışılması bile insanlık nezdinde
komik bir durumdur. Her halkın, milletin, insanın kendisini özgürce
ifade etmesi, yer yüzünde bir insani temel haktır. Bu hakka müdahale edilen hiç bir coğrafyada, demokrasi, özgürlük
olamaz. Hep bir çıkmaz, bunalım, şiddet, kargaşa. Dikkat edilirse, bu politikanın sahipleri hep ‘Türkiye’yi
sevdiklerini’ söylerler. Bu söylemlere çok ihtiyaç duyarlar. Çünkü kamburları, dertleri, kirliliklerini gizlemek
isterler. İzninizle söyleyeyim: Bunlardan bir kesimi, açık mektupla, tartışmaya davet etmiştim. Gelin
demiştim, ‘Ben deyişinizle bir bölücü, bir demokrasi düşmanı, siz ‘birleşitirici, demokrasi
sevdalıları, Türkiye’yi sevenlersiniz!. Fikirlerinize güveniyor olmalısınız bir demokrasi düşmanı!
karşısında, rahatlıkla tartışabilirsiniz o yürek sizde olmalı..’ Kısacası gelmediler,
gelmezler. Söylemek istediğim kısaca şu: Dayatmacı, tekçi, başka kimlikleri, dilleri,edebiyatları,
düşünceleri, farklılıkları kabul etmeyen bir resmi ideoloji ve mantığın yönetiminde özgür
birliktelik olamaz. Olması için mantığın değişmesi gerekir. Ben bu söylemin bir sahibi olarak,
bundan ileri ‘demokrasi aşkına’ bir alternatif varsa,
devlet söyleyebilmeli. Ama bana bize inkarı, kimliksizliği, değerlerimizin üzerinde yasak kanunlarının
adresi olan Kemalizmi kimse dayatmamalı. Bundan barış, demokrasi olmaz. Kimse kendisini kandırmamalı.
Sorunların çözümünün yolu, farklılıklara tahammül, farklılıkları zenginlik olarak görme anlayışının
kendisidir. Olması gerekenleri, gerçekleri dile getirmek, onun kavgasını vermek, özlenen demokrasiye esaslı
katkıdır diye düşünüyorum.
Son olarak şu gerçeği belirtmek istiyorum: Türkiye ya değişecek,
ya da değiştirirler. Çünkü insanlık artık ‘alavere dalavere’ saçmalıklarını
kaldıramıyor.
09.07.2005
|
|