imaj.ilhami.jpg

ilhami sertkaya kimdir
Home
lhami Sertkayay de mobet
Xilamalo Ibrahim Tatlises
Qurme Zerê Xo Vecime
Sasiye u Mixanetiye
Kam Ci Ramit, Aye Cineno
Ti Ma Virede Nêsona Seyidê Mi
Rastiya Derbine
Hesenê Fêriz
Dema Havîna Dilê Min
Reyna Ti
Qeremamudê
A Kêneke
Tayê Bhume -1
Karêr Zerê Mi Dero
Adir u Veng
Vêyvê Cin u Perîyan
Kemera Sebri
Raya Zerê Mi
ilhami sertkaya kimdir
Carmix
Ez Hewlêra
inkara xo
Ma
Banga dîrokê dikim
HET VOORBURGSE KRANTJE
ADINA "HESRETE" DEDI
SiiRLE MESAJ VERMEK
ZONE MIN XEZNA RUHE MIN O
ZAFERi GECiKMiS SEVDA
Röportaj 6
Röportaj 7

 

   İlhami Serkaya Kimdir

 

Mülakat: Cafer Yurtsever

 

 

Bu sorunun cevabı kendi yazmış olduğu biyografisinden uyarladığımız yazıda okunabilir. Ancak biz yine de özetleyelim:  İlhami Sertkaya bir Karerlidir. Çocukluğu Karer ve Karlıova’da geçmiş, eğitimini sırasıyla Karlıova, Kığı ve Bingöl’de tamamlamış, Eğitim Enstitüsü’nden mezun olduktan sonra Tunceli’de bir dönem öğretmenlik yapmıştır.  12 Eylül 1982 yılında askerlerin yönetime el koymasıyla birlikte Sertkaya’nın illegal hayatı başlamış olur. O artık bir sistem muhalifidir. Kürt tarihi ve Kürt gerçeğiyle ilgilenmektedir. Kendi anlatımlarından iki yıl kadar dağda yaşadığı, defalarca ölümle burun buruna geldiği anlaşılmaktadır. Kabul etsek de etmesek de birçok genç onu eylemleri, yazıları ve bireysel duruşu ile bir bütün olarak tanıma ihtiyacı duymadan da kendi idolleri olarak görmektedir. Onu eleştirmek, onun hakkında olumsuz bir eleştiri yapmak giderek zorlaşmaktadır. Onu bir zırh içinde tutma, doğru yanlış bütün eylemlerini onaylama eğilimi kendini hissettirdiği bir dönemde onunla yapacağımız bu mülakat, birçok kesim tarafından her açıdan değerlendirecektir. Satır araları didiklenecek, ona çanak sorular sorup sormadığımıza bile bakılacaktır.

Biz Sertkaya ile aynı dönemin çocuklarıyız. Lise yıllarında aynı şehirde yaşadık, aynı koridorlarda dolandık. Bilindiği gibi herkes kendi hayat mücadelesini ayrı kulvarlarda verdi. O bir milletin tarihinin tersyüz edildiğini söyledi, o yönde mücadele etti. Biz de nasıl ayakta kalacağımızın mücadelesini seçtik.

Bütün mücadeleler ayakta kalabilmek içindir. Yazılı bütün tarihlerin tartışma konusu olması ise ayakta kalabilmeyi biraz zorlaştırmıştır.

Kurulmuş veya kurulacak devletlerde iktidar kavgaları, din sorunları, eğitim eşitsizlikleri, fakir ve zengin, işsizlik sorunları olmuştur, olacaktır, bundan sonra da sürüp gidecektir.  Çizilen tablolar ne kadar parlak ve kusursuz gösterilirse gösterilsin, o kusursuz tabloda yanlış bir fırça izine rastlamak her zaman olasıdır. Bu mülakatın yorumlanması kişinin, kişilerin bakış açısına bağlı olarak farklı değerlendirmeye açık olduğunu açıktır. 

İnsanın kendisini mutlu hissetmesi ile kendini hangi ırktan olduğunu kolayca ifade etmesi aynı duygular değildir. Bir milletin tarihi günlük hayatla ilişkilendirilmedikçe bu duygular aynı duygularmış gibi görülmeye devam edecektir. Bütün soruların cevabı günlük hayatın içinden değil de yanlış doğru yazılmış taraflı geçmişten arandığı içindir ki, hiç bir soru cevabını bulmamaktadır.

Ancak İlhami Sertkaya ile ilgili birçok sorunun bu mülakat sonunda bir cevap bulacağı ve ayrıca bu cevapların nasıl algılandığı da ziyaretçi defterlerine yansıyanlardan anlaşılacağı kesindir.

Biz Sertkaya’ya kendisinin yaşadığı, tanık olduğu, tanık olacağını tahmin ettiği dünü, bugünü ve yarını soracağız. Bütün cevaplarını bugünkü hayatla ilişkilendirmesini isteyeceğiz ondan.

 

***

 

CY (1) - Neler oldu son 25 yıl içinde? İlhami Sertkaya arkasında eğitimleri yarım kalmış, ya da hiç eğitim görmemiş bir kuşağın bırakıldığı bu dönem içinde nelerin değiştiğini söyleyebilir?

İLHAMİ SERTKAYA: Yolu kesilmiş köklü bir uygarlık tarihinin, kaderine müdahale edilmiş bir ülkenin çocukları, daha evvel gerçekleşmesi, yaşanması kaçınılmaz olmuş nice ’25 yıl’lar’ın devamı olan son 25 yılda, bilinci, siyasilileşme, potansiyel kapsamı, askeri oluşum ve literatürü alanında, daha yeni, daha çarpıcı, daha sarsıntılı bir alt-üst oluşum yaşadı. Bu coğrafyanın ücraları, kuytulukları, şafakları, dağları, eğemem Türk jandarma korku edebiyatını ve yarattığı sessizliklerini parçalayan gerillalarla tanıştı.

Pratiğin dili, teorilerde ‘maalesef’ pek önemsenmeyen haklılığı konuşturdu. Bu açıdan bakıldığından, yaşananlar da bir yönüyle bazı ‘çetin ilk’lerdi. Hayatın her alanında bir ‘garip insan psikolojisi’ var; ‘ilk’lere birikim ve cesareti olmayanlar, bu ‘ilk’lerin doğal olarak bağrında taşıdıkları olumsuzlukları yalnız görmek, eleştirmek adeta vurmak isterler. Savaş, göç, sürgün ve savrulmaların da yaşandığı bu süreç, merkezinde, kenarında, uzağında yakınında olan herkesi olumlu ve olumsuzluklarıyla etkilemiştir. Bu süreci yaşayan yeni nesli, genel bir belirlemeyle iki kısma ayırmam mümkün:

1- Sorgulayıcı, inisiyatifli, iradeli, ufukları geniş, duyarlı ve genel ulusal gerçeklikleriyle bütünleşmiş bilince sahip (fakat maalesef bütün bu olumlulukların yanında daha kısmi dogmatik, dar ideolojik saplantılardan arınamamış) kesim.

2- Sönük, silik, kendisini tüketen, yoz kültürün aldatıcı mengenelerine kapanmış kesim.

Birinci kesim, esas olarak ‘Hayat bigisi’nin ‘genel kültür’ eğitimini az-çok alabilmiş ki, ben bunu oldukça önemsiyorum. Bilim dallarını bilmeseler de tanıyorlar. Edebiyat, felsefe, tarih, sosyoloji, psikoloji, filoloji v.d. biraz bilirler. Çünkü politika, kendi özel alanının bağrında, bu bilim dallarının her birini tanımayı da taşır. Tabi yanlış anlaşılmak istenmiyorum: Tanımak ve bilmek ayrı olgulardırlar.

Ayrıca efsanelere, masallara, doyumsuz sohbetlere yaslanmış uzun kış gecelerinin ‘ağır zaman’larını adeta yerle bir eden ‘hızlı bir zaman’ın beraberinde getirdiği yoğun bir iletişim, bu yeni nesile kendi imkanlarını sunmuş. Yıllardır hiç göremediğim, hal-haber soramadığım bir arkadaşımın hiç göremediğim çocuğu, beni internette rahatlıkla bulabiliyor, babasıyla iletişimimi sağlayabiliyor. Yollar kısaldı, uzaklar yakınlaştı adeta. Alışagelmiş söylemlere, kendini tekrarlatan bilinenlere olan ‘merak’ ve dinleyici gittikçe azalıyor artık. ’Statuko’cu mantaliteler, klasik söylem ve resmi ideolojik çerçeveler, parçalanmaya zorlanıyor. Yöresellikler ve evrensellikler arasındaki ‘sağırlık duvarları’nın bekçileri, adım adım tarihe karışıyor.

CY (2)- İlhami Sertkaya bugün neler yapıyor? Hayatını nasıl idame ediyor? Çalışıyor mu yazıyor mu? Şu anda üzerinde çalıştığı bir projesi var mı? Bir ailesi var mı? Kaç dil biliyor? Sırdaşı var mı? Savaş ve barıştan hangisini işaret ediyor? Kendisine biçtiği misyon nedir? Niçin yazıyor? Sürgünde dönecek olsa üstleneceği görev, yerine getireceği söz, vaat?

İLHAMİ SERTKAYA: Sevgili Cafer, samimiyetinize sığınarak şunu önce belirteyim. Siz hızlı düşünüyorsunuz, bu çok önem verdiğim bir özellik. Hızlı düşünen, deyim yerindeyse parçalar. Bu hızlı sorulara cevabım (eğer parçalanmaya niyetim yoksa) hızlı olmalıdır. Ben (genel bir belirlemeyle) yazılı- sözlü edebiyatla uğraşıyorum daha çok. Politika da hep ilgi alanımdadır. Değişik aralıklarla, değişik ülke hastahanelerinin yataklarında, koridorlarında geçen zamanım bir hayli. Bu zamanlarımı da mümkün oldukça değerlendirebiliyordum. Böyle anların birinde, yatağıma bir Tercüman gazetesini getirmişti bir arkadaş. 1986 bir yaz ayı. Yine ‘İlhami Sertkaya, teröristbaşı, çatışma, kaçarken düşen kimliğinden anlaşılmış’ ve ‘yakalanması için’ de ‘operasyonlar devam ediyormuş.’ Doktorum ‘Dava aç, kına’ dediğinde, arkadaşlarım gülmüşlerdi. ’Orası sizin daha anlayamadığınız bir devlet. İşte İlhami Sertkaya, işte basınıyla Türkiye. Söze gerek var mı?’ demişlerdi. Bu ‘koridor dışı’ zamanlarda, bir yıl kadar bir üniversite biyoloji laboratuarında çalışırken, saatlerce yanımda ayıramadığım dergi, kitap okuyordum. ’Kendimi ve sizi kandırıyorum’ demiştim bölüm şefine. ‘Seni çok iyi anlamıştım aslında ve açık yüreklisin, esas işinle uğraş sen. Okumadan yazmadan yapamazsın saygı duyarım’ cevabını dinlemiştim. Bu zamanlara iltica sorunlarını, dil kurslarını, politik faaliyetleri de ekleyelim. Kısa-uzun yolculuklar, görüşmeler, seminerler... Yayımlanan kitaplarım, biri diğerinin yayımlanmasını finanse ediyor ancak. Sanırım işimin okumak –yazmak olduğu anlaşılıyor. Son dönemlerde Zazaca tiyatro senaryolarına ağırlık verdim. Yeni, dördüncü bir senaryo elimde şu an.

Dosyamda, alt yapısı, hazır bir Zazaca film projesi var. Gerekli bir kaç yere bildirdim. Beğendiler, ama her kes ‘Bunu dilimize çevirin finanse ederiz’ dediler. Amacım Zazaca film olduğu için, genel bir duyarsızlığın zorluklarıyla bekletiliyor. Kaliteli olsun isterim. O yüzden sabırlıyım.

Ayrıca yarı kalmış bir Türkce şiir, iki de Zazaca (biri şiir, diğeri daha şekillenmemiş) çalışmam var şimdilik. Konuşma dili olarak) Fransızca, yunanca, (okuma ve konuşma dili olarak) Hollandaca, okuma yazma, konuşma dili olarak Türkçe, Zazaca, Kürtçe biliyorum. Tabi malumunuzdur ki ana dilimiz de, (Zazaca-Kürtce) eğitim alınmadan bilinmiyor. Ben eğitimini aldım.

Bir ailem var. Ben kendimi ataerkil kaynaklı, erkek egemen kültürünün kendi ‘cins saltanat’ını ifade eden bir ‘aile reisi’ olarak görmedim. Bunu kendime yakıştıramıyorum. En büyük aşkım özgürlüktür. O bir insanlık erdemidir.

Özgürlüğün ‘amasız fakatsız’ savunucusuyum. Kaderlere müdahale eden ceberrut anlayışlara karşı çıkarken, başka kaderlere müdahale eden o garip çelişkiyi yaşayan acınası bir kişi olmayı hiç istemem. Bir uğraşta dönerken, yemeğim hazır değil diye karşımdakinden hesap sormak, bana terbiyeli bir davranış gelmiyor. Eşit, özgür, ve gönüllülük ilişkilerinden yanayım. Benim cinsimin, yani erkek cinsinin egemen kültürünün iki yüzlülüğünün dünyayı, hayatı insan ilişkilerini kirlettiğine inanıyorum. Politikada, ekonomide, hukukta, sosyal ilişkilerde bu kirlilik daha egemen. Tanrı kültürünün, tanrıça kültürüne ‘zor’ esprisiyle egemen olduğu dönemden bu yana, insanlık kirlenmiş ve derin bir yara almıştır. Bu iki yüzlülükleri, kirlilikleri reddediyorum. İşte o yüzden özgürlük, o yüzden özgür insan diyorum. Ve özgürlük, erkek cinsinin bilinçli olarak kendi cins saltanatının yıkılmaması, reddedilmesi için ortaya savurduğu ‘laçkalık’ asla değildir. O, insanı esas alan bir seviye, birikim, bilinç sorunudur.

Misyonuma gelince: Bütün girdi-çıktılarıyla, evrensel değerlere ulaşabildiğim kadarıyla, birikimlerimi daha çok yeni nesillere aktarmak istiyorum. Bu genel isteğimi edebiyat, politika, felsefik alanda somutlaştırmanın uğraşı içindeyim. Bilinmeyenlerle, bilinip de çarpıtılanlarla daha çok ilgiliyim. Çalkantılı bir hayatı ne kadar yaşarsanız, o kadar sırlarınız olur.

Dağlar, gerekli-gereksiz hiç konuşmazlar, siz dağları konuşmadıkça. Dağlardan başka da deyim yerindeyse, yaslandıklarım var. Yürüyen dağlarım, sırdaşlarım yani... Bilinçli olarak seçtiğim sırdaşlarım, beni hiç yanıltmadılar.

Benim barıştan yana olmadığımı, savaşı tercih ettiğimi kimse ispatlayamaz. Fakat, dilimi, kültürümü edebiyatımı, kimliğimi yasaklamanın, inkar etmenin kendisi zaten dayatılmış savaşın kendisi olduğunu da kimse inkar edemez. Bu durumda bizim coğrafyadan her kesin önünde iki seçenek var: 1- Ya bütün değerlerimizi yok etmenin adı olan inkarcı, yasakçı devlet mantığına boyun eğip, kendi bitişini onaylamak, ya da bu insani olmayan mantığa karşı onurlu, varlık mücadelesini vermek. İşin en trajik-komik olgusu;

Bizi inkar eden bütün değerlerimizi yasaklayan, coğrafyamızı dört parçaya bölen resmi saltanat yöneticilerinin, bize barış, demokrasi, birlik(!) derslerini vermeleri. Bir halkın bütün değerlerini inkar etmenin üstünde oturmanın insanlık ve barış olduğunu yazan bir kitaba, söyleyen bir ‘allahın kuluna’! daha rastlamadım. Kim eğri mi, çapraz mı, nasıl oturursa otursun, ama doğru konuşsun.

Bir gün dönersem; bütün yakınlarımın, fedakarlıklarını bir sır gibi taşıdığım o sessiz kahramanlarımdan vefat edenlerin mezarlarını ziyaret etmek ilk işim olacak. İkinci işim, yapay sığınaklarımı bir bir kodlandırıp, resimlerini çekerek, altına her birinde geçen anılarımı yazıp arşivleyeceğim. Üçüncü işim, Karer dağına çıkıp ‘MABE XÊR’ başlıklı Zazaca şiirimi okuyacağım. Dördüncüsü, Karer’den uzaklaşmak zorunda kalmış yeni neslin birikimleriyle Karer’le kucaklaşmasının çabasını vereceğim.

Çewlik sokaklarında selamlaşmaların sık sık keseceği Zazaca türküler fısıldayarak ‘volta’ atacağım. Xayd suyunda yüzeceğim. Cewlik’de Zazaca bir vakıf, kurs açmanın çabasını vereceğim. Murad suyuna gidip, Hüseyin Morsümbül’u soracağım, derinliklerine dalacağım, onu haykıracağım. Anısına bir nişan bırakcağım, üstüne Zazaca ‘Hüseyin Morsümbül bu sulardadır’ yazacağım. Amcam Hüseyin Sertkaya’nın katledildiği karakolun önüne ‘Durmuş Kıvrak’nerededir? Yazısını bir biçim yazacağım. Uzatmayayım, aklıma ilk bunlar geliyor.

CY (3)- Geriye dönüp bakınca, bazen insan yaşamadığı bir veya bir kaç hayatın daha olduğunu düşünür. Ben yaşamam gereken üç tane hayatın daha olduğunu düşünüyorum. Birincisi öğretmen olarak yaşayacağım bir hayat, ikincisi Almanya’da kalarak yaşamadığım bir hayat, üçüncüsü köyde kalarak yaşamadığım bir hayat. Sizin buna benzer bir düşünceniz oldu mu?

İLHAMİ SERTKAYA: Kısaca ben Karer’ de kalarak Karer’i yaşamam gereken bir hayat diye açıklayabilirim. Bunun içinde bütün sevmelerim, o insanı çoşturan bütün çocuksu, kutsal isteklerim, heyecanlarım var. Ama bütün bunları özgürce yaşamak... Bu isteğim de çok doğal, insani bir hak olmasına rağmen, bunu bile ana çok gören bir ‘dayatma hayat’ın içinde maalesef bu ‘gerekliliği’ yaşayamayacağımın da bilincindeydim. İlk kez belki burada açıklayacağım bir ‘olmasının’ gerekliliğiyle, buna pişmanlık değil de, yanıldım diye belirtebileceğim bir gerçeklik var. Yaygın deyimle ‘ilk göz ağrım’ ile gönüllü olmamıza rağmen, benden kaynaklanan bir tek taraflı ‘anlaşma’yı iptal ederken, girdiğim bu fırtınalı yolculuğa, bir bayan olarak katlanamayacağına inanmıştım. Bütün olasılıkları, tahminleri benden dinlemiş, kabul etmiş olmasına rağmen, kadının gücünü keşfetmemiştim.

Sonradan, değişik kırsal kesimlerde, o acımasız şartlarda,  çoğu  ‘erkek’lerden kat be kat cesaretli ve daha dayanıklı olan bayanların gerçekliğine tanık olunca, yanılmıştım.

CY (4)- Siz gençlere, gençler de size ulaşabiliyor mu? Aranızda görünmez destansı bir duvar olduğunu hissettiğiniz oldu mu?

İLHAMİ SERTKAYA: Benim ile ilgili sözlü bir fısıltı, söylem yayıldıkça yayıldı. Adımı olumlu-olumsuz ağzına almayan bir Karerli yok sanırım. Kaç kez değişik mekânlarda, diyarlardan da karşılaştığım değişik insanlar, beni tanımadıkları için bana, ‘Karerli İlhami Sertkaya’ isminde bin bir şekle koyduğu adamı anlattıklarına tanık olmuştum. ’Şeytan’ dediler, küfür ettiler, ‘yazık’ dediler, ‘adama helal olsun’ çektiler... Övdüler, yerdiler... Bu isim, daha çok o günün çocukların da bir ‘kahraman’, bir ‘canavar’, bir yakan-yıkan kötü adam gibi hani masallarının, söylencelerinin yaratığı oldum haliyle. Gerçekten dediğiniz gibi ‘destansı bir duvar’ oluşmuştu benimle duyulduğum insanlar, özellikle gençler arasında. İşte bu ‘duvar’ aslında iletişimlerimizi engelleyen bir fonksiyon örmüştü. Bir seferinde Avrupa’nın bir kentinde tesadüfen karşılaştığım bir genç ile sohbet ederken, kendimi tanıttığımda inanmamıştı. Hani bu kadar konuşulan adam, böyle sıradan bir insan fiziğinden olmamalıymış! Eli kolu oldukça uzun, gövdesi başı bir çeşit olmalıymış! Diğer yanda, bu durumun getirdiği bir avantaj da var aslında. Benim için en önemlisi, sırtımda ve alnımda bir kirliliğin oluşamaması...’

CY (5)- Karerliler arasında, dile getirilmekten çekinilen bir ayrışma, bir kutuplaşma, belli bir soyadı çevresinde  toplanma eğilimi süregelmiştir hep. Şu anda online yayın yapan üç Karer sitesi mevcut. Kutuplaşmanın bugün de sürdüğü, bu her üç sitenin ziyaretçi defterine bakıldığından da anlaşılmaktadır. Bunun bir dayanağı var mıdır sizce?

İLHAMİ SERTKAYA: Sevgili Cafer, ben Karer’i ‘xormek’ kavramı ve bu kavramın coğrafik mekanı olarak düşündüm hep. İnanç felsefesi olarak da ‘alevi’ kavramıyla bilinir Karer. Bu kapsamın içinde elbette akrabalık, küçük aşiret kolları mevcut. Her kesin kendisini yakın his ettiği komşusu, köylüsü, arkadaşı, ailesi, hatta aşireti ile sıcak bir ilişkide olması çok doğal. Bu yaklaşımların olumsuz anlamda mesafelenen dönemini, büyük ölçüde devrimci duruş, fikir geriletti. Ben köyümü de içeren Karer’i seviyorum. Bir başkası önce köyünü, sonra Karer’i sevebilir. Bence insanların sevmelerini,’ kutup’laşmalara bağlamak biraz insanın özgür sevmelerine karşı ola ki yanlış bir çağrışım şeklinde anlaşılabilinir. O nedenle, sadece üç değil, daha fazla sitelerin olmasını isterim. Neticede her insanı bir şeyler çekiyor. Bizleri ‘Çewlik- Karer’ ismi çektiği gibi.

CY (6)- Karıncalarla, börtü böcekle konuşmak, duygusal insanların işidir. Eylem adamları için ‘duygusaldır’ demek hakaret sayılır. Siz ne kadar duygusalsınız diye sorsam hakaret mi etmiş olurum?

İLHAMİ SERTKAYA: Aslında en yoğun duyguları, deyişinizle ‘eylem adam’ları yaşarlar. Çünkü aynı anda bir kaç hayat yaşarlar. Fakat bu yoğun yaşanan duygular içinde boğulmamak, ayakta kalmak için, irade gücünü gerçekçilikle bütünleştirmek zorundadırlar. Burada acımasız olan, haklı davanın eylem adamları değil, şartlardır.Güzel, insani kavramlar da hep kirletilmiş. Kıbrıs’ı işgal eden, cezaevlerini insanların başlarına yıkıp ‘Milletimize hayırlı olsun’ diyen Ecevit’in bir şiir kitabı var. Orada ‘kardeşlikten’ ‘güzelliklerden’ falan bahsediyor. Tanımayan biri okusa bu adamın çok insani, çok kibar ve duygusal olduğunu sanır. Duygusal kavramı aslında çok geniş kapsamlıdır. Duyguları paramparça eden birinden de ‘param parça’ etme duyguları var. O anlamıyla da sadistçe duygular taşır. Kimse ‘karınca sevgisine, çiçek tomurcuklarına’ sığınmasın. Karıncayı incitmeyi sevmiyorsan, insanı önce incitmemeyi öğrenmelisin. Bu da insanı olduğu gibi kabul etmektir. Bir alaca akşam, Karer’de, aydınlıklarına kuşları, karıncaları davet edecek bir sofra kuramadığım, vadilere yankılarını göndereceğim anadilimde şarkılar, şiirler tereddütsüz, özgürce okuyamadığım içindir isyanım. Onun için duygusalım evet. Bu yoğun yaşadığım duygular içinde ayakta kalmak için ‘duygularımın, duygusallıklarımın aşkına’ gerçekçi olmak zorundayım.

CY (7)- Esmer kuş kim, neyi temsil ediyor?

İLHAMİ SERTKAYA: Uğruna girdiğim fırtınalı yolculukta aradığım, ardına düştüğüm. Kanatlarını, teleklerini görmediğim o kuş, mutlaka olması, yaşanması gereken. Ne zaman dilimi, kültürümü, edebiyatımı, kimliğimi yaşarsam, o kuş o zaman gelecek. O gelmez ama, onu getirmek gerekir. O, tabuların, inkarların, yasakların, serseri kanunların, işgalleri ‘şirin’ gösteren ahmakların dumana çevirdiği iklimlere gelmez. Kanadını bu ‘avcılara’ uzatmaz. O özgürlüğün kendisidir.

CY (8)- İlhami Sertkaya gittiği yere ne götürür? Güven, sevgi, korku, mutsuzluktan hangisini?

İLHAMİ SERTKAYA: Bütün yanlış, yalan korkutmaları korkutmayı götürür becerebildiği kadar. Kafalardaki karakolları ateşe vermenin, tabuları yıkmanın bilincini götürür yapabildiği kadar. Ancak bunu beceren insanın özgür olabileceğine inanır. Özgür kişiliğine ulaşan insanın, güven ve sevgi duygusunun erdemliliğine ulaştığına inanır. Formalitelerden arınmış duru mutlulukların bilincinin önemine yapabildiği kadar işaret eder. Bunların adı nedir? Güven mi, sevgi mi? Ama mutsuzluk asla değildir.

CY (9)- Kürt edebiyatını nasıl ve hangi aşamada değerlendiriyorsunuz? Karer’in öyküsü, romanı, şiiri yazılır mı bir gün? Ya da yazılmaya başlandığını söyleyebilir misiniz?

İLHAMİ SERTKAYA: Sevgili Cafer, Kürdistanı kağıt üzerinde, kum parçacıklarında cetvelle dörde çizdiler ama, bu gerçeği asla değiştirmez. O yüzden bir bütün değerlendirmek gerekir. Böyle olunca da, gelişim farklılıkları ve seyri doğal olarak mevcut. Güney Kürdistan’da Soranca oldukca gelişmiş edebiyat olarak. Kuzeyde,  sancılı bir gelişme var. Kuzey en çok asimile edilen coğrafyadır. Son yıllarda önemli sayılacak adımlar atıldı. Romanlar, şiirler yazıldı. Biliniyor ki, edebiyatın gelişmesi, dilin özgürlüğüne, gelişimine bağlıdır. Türkçe yazılan bir konu ne olursa olsun sonunda Türkçe’dir. Türkçe’nin yazılı sözlü edebiyatına dahildir yani. Bu anlamda, Kürtçe standardize olmuş zaten. Soranca’nın sorunları yok denecek kadar gelişmiş. En yaralısı Zazaca’dır. Zazaca daha standardize olmamış. Buna rağmen son yıllarda bu alanda da önemli adımlar atıldı, atılıyor. Yani edebiyatı, dilden koparamayız. Daha işlenmemiş hazine değerinde zenginliklerimiz var. Sanırım anlaşılıyorum. Bu anlamıyla Karer’in derli toplu bir romanı maalesef daha yazılmadı. Bunu aslında düşünmüyor da değilim. Ama doğrusu içimde bunu Türkçe olarak yazmak gelmiyor. Yine de Karer ile ilgili bir kaç Zazaca şiirlerim var. Türkçe yazılmış kitaplarımda karer’e gönderme yapan bazı belirtmelerim var. Fakat dediğim gibi derli toplu bir Karer romanı daha maalesef yazılmamış. Bu yönde çabalar başka var mı bilemiyorum. Bence her beceren, becerdikleri kadar yazmalıdır. Fırsat bulursam, böyle bir çalışmaya başlayacağımı belirteyim. Karer’in romanı gerçekten yazılmalıdır.

CY (10)- Yarın ne olacak? Irak’ta Talabani ve Barzani, Türkiye’de ise siyasi yelpaze, sivil toplum örgütleri, kamuoyu ve PKK olgusu bölgeyi nasıl şekillendirecek?

İLHAMİ SERTKAYA: Geniş kapsamlı bir soru. Fakat mümkün oldukça kısa öz maddeler metoduyla belirtmeliyim; 1-Eski klasik politikalar, söylemler, yaklaşımlar artık iflas etti. ’Emperyalizm, sosyalizm, vb.’ Kavramlara çakılıp kalmak, dünden ders almamak, bu günün dünyasını anlamamaktır. Dogmatiklik bu yaklaşımlardan kaynaklanıyor. Politikanın çıkar olduğunu artık anlamalıyız. Politikada ‘dost-düşman’ kavramı olmadığı gibi, vicdan, şefkat, gibi duygular da maalesef geçerli değil. Her kesin kendi politik çıkarları gereği kendi işlerini gerçekçi yaptığı bu dünyada, bizler özgürlüğümüzün çıkarını daha ‘enternasyonalizm, işbirlikçilik, anti emperyalizm, kardeşlik vb.’ gibi kavramların anlaşılmazlıklarında, bilmeden özgürlüğümüze kast eden Türk devleti ve sağcısının solcusunun, sosyalistinin, dincisinin, imansızının’ ‘Hile’lerinin tuzaklarından kurtulmalıyız. Amerikanın müdahalesiyle başlanan bir süreç yaşanıyor.Ortadoğu klasik statükocularına yönelik bir süreç. Bu iyi bir gelişmedir. Irak’a kan kusturan bir diktatörlüğün yıkılmasının sevindirici ve doğru anlaşılması gerekir. Güney Kürdistan halkımız  kendi resmi temsilini oluşturmuş. İşte burada ‘sosyalist’ perinçekler, mhp, ’Kerkük şarkılarıyla ‘anti emperyalizm’ hileleriyle devreye sokturulmuş. Ve Irak’ta kendisiyle sınırlı olmayan iki dünya cephesi savaşıyor anlamak gerekir. Bir tandan Saddamcılar, Bin Ladenler, Türkiye, İran, Suriye ve tüm Ortadoğu kanlı despot statükocuları, diger yandan, bu kaderlere müdahale etmiş statükoculara karşı demokrasi, özgürlük, değişim yanlıları. İşte bu gerçekliğin çerçevesinde bakıldığında, bu karşı şer cephesinin esas dertleri Kürtlerin bir oluşuma sahip olmamalarıdır. Amerika’yla, İsrail’le çıkarları gereği kurdukları ittifakların sayesinde saltanatlarını sürdürenler, sakın bize anti Emperyalizm, anti Siyonizm dersleri vermeye kalkmasınlar. O hep aldatılıp yalnız bırakılan, ittifaksız bırakılan Kürt yok artık.. Sahipleri üzülmekten haklılar. 2-Türkiye iki bloklu dünya zamanındaki ‘nazlı gelin’ tavrını, ne zaman ki askerlerinin başına çuval geçirilince anladı. Kerkük masalları tutmadı. Ecevit’in bir konuşmasında, hiç alışılmadık hüzün, yeniklik, ‘Kerkük-Musul’ petrollerine ulaşmanın artık hayal olduğunu bilmem kaç kişi okuyabildi? 3-Türk kamuoyu ya da sivil toplum örgütlerine, on yıl kadar evvel beslediğim güven bitti. Bir avuç cesur insan dışında, bir bütün olarak devletin kontrolünde ‘muhaliflik’ oyunudur, aldanmayalım. Her zaman son sözü genelkurmay söyler. O halde genelkurmayı ciddiye almak gerekir. Genelkurmay da aptallaştırılmış bir potansiyele dayanıyor içte. Dışta işe Amerika dahil ulaşabildiği her devlete, o yüzden Türkiye değişmez ancak değiştirilir. Bunun iç dinamikle olacağını sanmıyorum. A.B ve dış gelişmelerle mümkün. ’İçte’ tek değiştirici seçenek kalıyor, Ortağo’da gelişmelerine paralel olarak Kürdistan özgürlük mücadelesi. 4- PKK hatalarıyla, doğrularıyla, malum ki ‘sopa’sını eğdi. Kuzeyde alt üst oluş yaşanıyor bugün maalesef. Ama yaratılan bir politik potansiyel var, o yüzden asla ‘dünyanın sonu’ değil. Sürece cevap olacak ve genel olarak demokrasiyi, kürdün genel çıkarlarını doğru okuyan demokrasiyi esas alan bir şekillenmenin bilinci ağır adımlarla da olsa gelişiyor. Günümüz dünyasında insanlığın vardığı aşama, artık ‘okuz bokuz’ klasik söylemleri, inkâr saçmalıklarını kaldırmıyor. İşte Kurdistan’ın geleceğini şekillendiren bu özgürlükçü, demokrasi anlayışıdır. Gidişat, artık Kürtler için asla geri dönülmez bir yolda, bu yönde olacaktır.

CY (11)- Bilindiği gibi, Türkiye ile Amerika hep müttefik konumda, neredeyse fikir ve eylem birliği içindeler. Buna karşılık Kuzey Iraklı ve Türkiyeli bazı Kürt aydınlarının da Amerika ile fikir ve eylem birlikleri kısmen de olsa gözlenmektedir. Bu iki yaklaşımı bir yaman çelişki olarak görmekte misiniz?

İLHAMİ SERTKAYA: Her politik gücün kendi çıkarlarının hesabı var. Politikanın şiddet, psikoloji, ekonomi, ittifak, diplomasi, fiziki boyutları ve sınırları var. Kürdistan sorununu karmakarışık hale getirenlerin, kendi aralarında çıkarlar ittifakları hep oldu. Türkiye, İran, Irak, Suriye... Yemezler, içmezler adeta, kürdün özgür olmaması için ellinden gelenlerini hep yaptılar, yaparlar. Malum ki, kürdün  bir parçadan özgür olması, bunların Kürdistan’ın egemenlikleri üzerindeki saltanatların sonu demektir. Şimdi bunlardan biri tarihe gömüldü. Kalan üç ceberrut ve sömürgeci saltanatın adeta ağlamaları, sızlamaları bundandır. İşte bu bir parça yanan kürdün özgürlük ışığını söndürmek için, her zaman olduğu gibi ‘şeytani’ ittifaklarını sürdürmek, pekiştirmek içindedirler. Peki bu ‘üçlü şer ittifakının’ kuşatmaları içinde olan Kürdistan halkı ve politikacıları ne yapmalı? Kendilerini halkların kaderlerini tayın memurları sanan ve esasında kendi inkarcı devletlerinin kontrollerinde ve hizmetinde olan bilmişlerin(!) oyununa gelip ‘anti emperyalizm’ diye Saddam’ın devrilmesinin önüne mi geçmeliydiler? Bu sonu hep yenilgilerle biten trajedileri anlamamak kürdün kaderi mi? Hayır... Her kes gibi artık Kürtler de kırıla kırıla kendi çıkarlarının politikasını öğrendiler. Kürtlerin dilini, kültürünü, kimliğini, edebiyatını başkaları değil Türkiye, İran, Suriye inkar etmiş, yasaklamış, egemenliği altına almış. Kimse artık Kürtlere başka düşmanlar bulmaya kalkmamalı. Eğer Kürtler bugüne kadar haklı davalarında başarılı olamamışlarsa, dünyada kendilerine dost ve ittifak bulamamalarının, yalnız kalmalarının da payı

var. Sovyetler, bu konuda ders vericidir. Politikanın sosyalisti emperyalisti yok o bir çıkar sorunudur. İşte o yüzden Kürtlerin bugün Amerika ile ittifak yapması kadar doğal ve doğru olan bir şey yok. Buna şaşan varsa Çin’in, Arnavutkuk’un, Sovyetlerin çıkarları gereği girdikleri ittifaklara önce şaşmalıdırlar. Kürtler artık kendi çıkarları gereği tuzak söylemleri değil, somut gerçekleri konuşturmalı. İsrail’le ittifaklarını da pekiştirmelidirler. Kimse artık bizlere Siyonizm masallarını da anlatmaya kalkmamalı. Kendisi Siyonizm ile iç içe, bize de anti Siyonizm dersleri vermeye kalkıyor. Yani (alışmış ya) demek istiyor ki, sen dost, ittifak bulma başkalarıyla da kanlı bıçaklı ol, ben seni rahatlıkla ezeyim.

İşte politikanın gereği ve gerçeği böyle. O yüzden her kes kendi hesabını yapıyor, O yüzden çelişkili gibi görülen bu durum böyledir. Neticede davacısın, davalınla kavgadasın. Kazanmak için ne gerekiyorsa onu yapmalısın.

CY (12)- Amerikanın uzun yıllar Saddam’ı beslediği, desteklediği sizce doğru mu? Eğer doğruysa, yarın Barzani’yi, Talabani’yi vey Kürdleri vurma olasılığını görüyor mu İlhami Sertklaya?

İLHAMİ SERTKAYA: Politika, mutlakıyet ve inanılması, gerçekleşmesi için verilen sözler ve uygulamak için atılan nutuklar sanatı olsaydı, bu sorununuzu çok daha kolay, çok daha ‘evet-hayır’ ikileminde bir cümleyle cevaplayabilirdim. Bakın işte... Dün Saddam ile haşır-neşir olan Amerika, bir gün onu devirebiliyor. Davaları için Kürtlerin desteklediği Filistin, Saddam’a yardım için gerillalarını gönderebiliyor. (…) Karadeniz’in sularında Mustafa Suphi’leri boğan Atatürk’ü Lenin, Stalin destekleyebiliyor. Afgan emrini destekleyen Sovyetler, Kürtlerin bütün baş kaldırmalarını boğmak için Türkiye’ye, Irak’a yardım edebiliyor. Mao, Çin’in Japon işgaline karşı mücadelesinde Amerikan yandaşı, Çan Kay Şek ile ittifak kurabiliyor. Bir yandan ‘Emperyalist’ dünya ile savaşan Stalin, İngilizlerle anlaşıp Yunan devrimini satabiliyor. Bu listeyi uzatmam mümkün. Tekrarlar gibi söylemek istediğim şudur; Politikanın sosyalisti emperyalisti yok, çıkarı var. Evet dün Saddam’ı ne için destekleyip beslediyse Amerika, bu gün de onun için devirdi.

Dün çıkarı öyle gerekiyordu, bugünde böyle. Amerika Kürtlerin ‘babasının oğlu’ olmadığı gibi, Kürtleri sevdiği için Saddam’ı devirmedi. Çıkarları için bu müdahaleyi yaptı. Amerika’nın umurunda değil Kürtlerin sorunları. Kürtler bu müdahalede, kendi çıkarları için Amerika ile ittifak kurdular. Amerika’nın Ortadoğu projesinde, bugün Kürtlerle ittifak kurma çıkarı var. Kürtlerin de Amerika’yla. Ortadoğu’da artık Kürt sorunu hesaplanmadan politika sahipleri ‘muradlarına’ eremezler. O halde,  ‘Yarın’ Kürtleri vuracak bir Amerika’nın kazanımları olması gerekir. Kaldı ki daha Türk Genelkurmayının planlarından bi haber olan bilmişleri! Politik tecrübeleriyle ceplerinden çıkaracak kadar deneyimli olan Barzani, Talabanilere akıl vermeye kalkıyorlar. Onlar bütün olasılıkların hesaplarını yapacak kadar pişmişler deyim yerindeyse. Amerika’nın Kürtleri ‘yarın’ vurması için, Ortadoğu projesinin çıkarlarından ‘yarın’ vazgeçmesi gerekir. Gerçekçi olmak gerekir.

CY (13)- Amerika’nın müttefiki olan Türkiye’nin istememesine karşın Amerika niçin Kürtleri destekliyor? Bu çelişkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

İLHAMİ SERTKAYA: İki kutuplu dünya ve politik  dengeleri yok artık. O dönemin çıkar ve hesapları da yok. İyi ki yok bana göre. Kürtler bu lanet kutuplaşmanın kurbanı olan bir halktı. Bir statüsü bile olmayan Kürtleri, ne sosyalist, ne de kapitalist devletler ne yapacaktılar? Yapacaklarını, Kürtleri egemenlik altına alan devletlerle yaparlardı. Dönemin iki süper devleti, ara diktatörlükleri kazanmak için, birbirlerinin ittifak alanlarını daraltmak için hep desteklediler. Bu ara dikta rejimleri de, bu kutup rekabetinden çok iyi yararlandılar. Amerika için, rakibi Sovyetlere karşı, jeopolitik yapısı ve potansiyel olarak Türkiye, iyi bir jandarmaydı. O yüzden Türkiye vb. devletlerin bir dediğini iki yapmazlardı deyim yerindeyse. Türkiye’nin bu ‘şımarık nazlı gelin’ alışkanlığı o dönemden kalma. Sanıldı ki, ‘kuzey Irak’a geçmek için Türkiye’nin onayı olmazsa olmazmış! Türkiye bu durumda ‘mal bulmuş mağribi’ gibi Amerika’dan, kendi tarih sayfalarında asılı kalmış  ‘Kuzey Irak petrollerinden en azında söz sahibi olma rüşvetini istedi. Kapılar arkasında dönen dolaplar, medyaya bilinçli olarak yansıtılmıyor. Fakat artık Türkiye’nin boyunu aşan her isteğini yerine getirecek kadar ‘yağlı bir jandarma’ değildi. Ne de Sovyetler vardı artık. O yüzden Türkiye’nin istemleri, Amerika’nın çıkarına gelmiyordu. ’Sen benim müttefikimsin ama fazla oluyorsun yerinde dur’ demek istedi Amerika. Olan buydu.

CY (14)- Emperyalist çıkarlarla halkların özgürleşme isteği ve eylemliği çelişiyor. Ancak Amerika kuzey Irak’ta farklı bir tavır geliştiriyor. Sizce Amerika ne yapmaya çalışıyor? Amerika Kürtleri çok mu seviyor?

İLHAMİ SERTKAYA: Önce bunu belirtmeliyim: Ben alışagelmiş kavramlara yüklenen alışagelmiş anlamları terk ettim. İdeolojik literatürlerde, kavramlar ve misyonları, teorik söylemlerin bir süsü gibi geliyor bana. Halk mı dediniz?

Hani şu ideolojik söylemlerde haksızlıklara, sömürücülere, diktatörlüklere karşı çıkan ve mücadele edip bu iktidarları mutlaka deviren ‘halk’? Bu kadar ‘susurluklar, faili meçhuller, toplu mezarlar, hırsızlıklar, rantçılıklar içinde kendilerini beş paraya muhtaç eden egemen kesimleri alkışlayanları nereye,   hangi sosyal kategoriye koyacağız? Türkiye tarihinde bir kez olsun Kürdistanda’ki vahşetleri yapan devlete karşı sokağa çıkıp  bir beddua bile yapmayı bırakın, bu vahşetlerin manzaralarında ‘vatan millet’ masallarıyla, aç karınlarıyla ‘linç’ gösterilerine çıkan halk... Günde on çocuğun mamasızlıkta ölen Irakta, Saddam zulmünden inleyip Saddam’ı destekleyen halk... Nasıl bir şey bu? Ama ekmeğe asla muhtaç olmayan İsmail Beşikciler mesela... MHP tabanının boş kamışları içinde kaç ‘burjuva çocuğu’ var? Şu  Trabzon’da çok masum, insani istekleri içeren bildiricileri linçe kalkanlar mesela? Nereye, hangi sosyal kategorilere koyacağız? Afganistan’da İran’da, şu zehir zıkkım rejimlerin koltuk ayakları mesela? Her halde ‘halkımız halklarımız daha bilinçlenmedi, objektif, subjektif şartlar’ falan diyip geçiştiremeyiz. Bence en azından bu gerçekleri görmeliyiz. O durumda peşinen ezberciliklerimizden aşınır, gelişmeleri daha somut ve sonuç alıcı değerlendirebiliriz. Bugün felsefi olarak, evrensel değerlerin savunulup savunulmaması, politik olarak insanlık nezdinde suçlu olan statükocu resmi ideolojilere karşı tavır alınıp alınmaması önemlidir. Bu, dünya genelinde bir değişim sorunudur. İnsanlığın keşfettiği en ileri evrensel projenin adı demokrasidir. Demokrasi, resmi ideolojilere sığmaz ya da resmi her ideolojinin kendi demokrasisi vardır. Evrensel değerleri kapsayan demokrasiden bahsediyorum. Evrensel demokrasi, ideolojileri de kapsar ama ideolojiler evrensel demokrasiyi kapsamaz.

Amerika’nın Afganistan molalarına, Irak Saddamlarına müdahalesi, bu değişimin gelişimine katkıdır. ‘Kimse kimseyi’ sevmiyor politikada. Politikanın kendisi sevme sanatı değil. Bu  meslek, dünyayı, ülkeleri yönlendiriyor. Bu kadar etkili olan bu olgunun da sahipleri olan bizler, geleceğimiz, özgürlüğümüz için bunun olamazsa olmazı sayılan gerçekçi bakışa da sahip olmalıyız.

Genel soyut kavramların sonuç vermeyen girdaplarında dolaşmak kaderimiz olmamalı. Gördüklerimizi olduğu gibi adlandırabilsek buna yeter sanırım.

CY (15)- Türkiye’deki tüm etnik kimliklerin, bir arada birlikte yaşama barış isteğine İlhami Sertkaya nasıl bir katkı koymak ister?

İLHAMİ SERTKAYA: Kültürler, diller, edebiyat, etnik kimlikler, her halkın, milletin kendisidir. Her halk, millet kendisini yaşamak ister. Kendi değerlerini yaşamak ister. Bu, tartışılması bile insanlık nezdinde komik  bir durumdur. Her halkın, milletin, insanın kendisini özgürce ifade etmesi, yer yüzünde bir insani temel haktır. Bu hakka müdahale edilen hiç bir coğrafyada, demokrasi, özgürlük olamaz. Hep bir çıkmaz, bunalım, şiddet, kargaşa. Dikkat edilirse, bu politikanın sahipleri hep ‘Türkiye’yi sevdiklerini’ söylerler. Bu söylemlere çok ihtiyaç duyarlar. Çünkü kamburları, dertleri, kirliliklerini gizlemek isterler. İzninizle söyleyeyim: Bunlardan bir kesimi, açık mektupla, tartışmaya davet etmiştim. Gelin demiştim, ‘Ben deyişinizle bir bölücü, bir demokrasi düşmanı, siz ‘birleşitirici, demokrasi sevdalıları, Türkiye’yi sevenlersiniz!. Fikirlerinize güveniyor olmalısınız bir demokrasi düşmanı! karşısında, rahatlıkla tartışabilirsiniz o yürek sizde olmalı..’ Kısacası gelmediler, gelmezler. Söylemek istediğim kısaca şu: Dayatmacı, tekçi, başka kimlikleri, dilleri,edebiyatları, düşünceleri, farklılıkları kabul etmeyen bir resmi ideoloji ve mantığın yönetiminde özgür birliktelik olamaz. Olması için mantığın değişmesi gerekir. Ben bu söylemin bir sahibi olarak, bundan ileri   ‘demokrasi aşkına’ bir alternatif varsa, devlet söyleyebilmeli. Ama bana bize inkarı, kimliksizliği, değerlerimizin üzerinde yasak kanunlarının adresi olan Kemalizmi kimse dayatmamalı. Bundan barış, demokrasi olmaz. Kimse kendisini kandırmamalı. Sorunların çözümünün yolu, farklılıklara tahammül, farklılıkları zenginlik olarak görme anlayışının kendisidir. Olması gerekenleri, gerçekleri dile getirmek, onun kavgasını vermek, özlenen demokrasiye esaslı katkıdır diye düşünüyorum.

Son olarak şu gerçeği belirtmek istiyorum: Türkiye ya değişecek, ya da değiştirirler. Çünkü insanlık artık ‘alavere dalavere’ saçmalıklarını kaldıramıyor.

09.07.2005